7 Ekim 2010 Perşembe

Yerel Yönetimim Uyuyor Mu?


Ortaokuldaydım ve yaşım on beşti; unutmuyorum. Spastik engelli olduğum için yürüyemiyor ve sağ elimi kullanamıyorum. Aynı okulda resim öğretmeni olan babam, ek dalının sanat tarihi ve bu konuda ehil bir insan olmasından dolayı, okulun gezi kolunu yönetirdi. İstanbul’a tedavi amacıyla defalarca gitmemize rağmen o güne kadar pek gezme fırsatımız olmadığı için o İstanbul gezisine ben de katıldım.

Eyüp Sultan camiinde gezerken tekerlekli sandalyeme yaklaşan yaşlı bir amca, istemsiz olarak açılıp kapanan sağ elimi tuttu; ardından da hızla uzaklaştı. O an elimde bir şey hissettim. Tepkisel olarak kapanan elimi açtıktan sonra avucumda bozuk bir parayla karşılaştım. Şoke olmuştum; kısa bir süre olayı tam kavrayamadım ama sonra parayı hırsla alıp kimse görmeden fırlattım.

Hayatımda ilk defa, toplumun “sakat(!) eşittir dilenci” ön yargısı ile yüz yüze gelmek beni çok üzmüştü. Üzerindeki kıyafet, yanındaki insanlar önemsiz detaylardı. Tekerlekli sandalyedeyseniz siz mutlaka ‘dilenci’ yani ‘daima yardım edilesi bir varlık’ olmalıydınız.

Cahil bir vatandaşın densiz bir hareketi olarak görebilirdim bunu ama “ya öyle değilse?” diye düşündüm. Çünkü zaman geçtikçe o amcanınkinden çok daha sert ve anlamsız ön yargılarla karşılaştım. Hadi o, cahil, bir ayağı çukurda bir ihtiyardı o an benim gözümde; ya sonra karşılaştıklarım?

Lisedeyken, okul çıkışında karşılaştığımız ve babama benim için zaman zaman “zekâsı nasıl?” diye soran; okurken, işe girerken, çalışırken zorluk çıkartan insanların bu amcadan tek farklarının “diploma” olması daha da acı...

Her şeye rağmen son yirmi yılda önemli mesafeler kat edildiği kanaatindeyim. Artık, “engelli çocuğunuzu toplumdan kaçırmayın, onu sosyal hayatın içine katın” mesajlarının daha az verilmesi kadar, sokaktaki problemlerin, sosyal hayatın devamını sağlayacak unsurların en azından tartışılıyor olması bir adım...

Bütün bunlarla beraber, engelliye bir takım fazladan imkânlar vererek yaşadığı toplumdan soyutlama anlayışına da temelde karşıyım. Engelliler tatil köyü, engelliler otobüsü, engelliler parkı ne kadar itici ve farklılaştırıcı yani ötekileştirici değil mi? Ben, prensip olarak “herkes gibi, herkesle beraber” bir hayatı tercih ediyorum.

Yıllar önce yaşadığım ilçe’nin (Bursa/Yıldırım) o zamanki belediye başkanını evime çok yakın olan parktaki bir etkinlikte yakalamış, o parktaki birçok bölüme rampa olmadığı için giremediğimi söylemiş, en azından belli yerlere rampa yapılmasını istemiştim. Başkanın bana söylediği gerçekten ibret vericiydi:

“Mesken’de engelliler parkı yaptık, oraya gidin.”

Dediği yer de oturduğum yerden en az 5 km. uzaktaydı... Kaldı ki, ona “keyfimin kâhyası mısın kardeşim, ben bu parka gitmek istiyorum.” demek vardı ama acı acı gülümseyip ayrıldım yanından...

Yerel yönetimlere, yapmaları kanunen zorunlu hale getirilmiş şeyleri hatırlatmak zorunda mıyız? Yedi yıl süre konmuştu hatırlarsanız… Yoksa yine birçok konuda olduğu gibi bu konuda da “yumurtanın kapıya dayanması mı” beklenecek?

(Engelsiz Yaşam konusunda görüşlerinizi paylaşmak için: http://www.facebook.com/pages/Engelsiz-Yasam, afsadengelsizyasam@googlegroups.com)

Alper Şirvan

alpersirvan@gmail.com

(Bu yazı 01 Ekim 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder