28 Mayıs 2010 Cuma

GENE BİZ, GENE DUYAR(LI)SIZLIKLARIMIZ...



fotoğraflar: Kamuran FEYZİOĞLU

10-16 Mayıs Engelliler Haftası kapsamında Çukurambar Engelsiz Oyun Parkı’nda bir etkinlik oldu. Etkinliği SERÇEV için fotoğraflamak ve konuya bir kanadından dahil olabilmek adına alandaydım.

SERÇEV’in koordinatörlüğünde AB tarafından finanse edilen Engelsiz Oyun Parkı, Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmiştir. Engelli ve engelsiz çocukların bir arada özgürce oynayacakları ve sosyalleşebilecekleri bir alan olan park, 12 Haziran 2008’de Çukurambar’da açılmıştır. Bu park, engelli çocukların tekerlekli sandalye ile de sallanabildiği model parklardan biridir.

Engelsiz Oyun Parkı, “Oyun oynamak her çocuğun hakkıdır” düşüncesini temel alarak, bu nitelikteki parkların ülkemizde yaygınlaştırılması ya da mevcut parkların engelli ve engelsiz çocukların bir arada oynayabilecekleri şekilde yeniden yapılandırılması için örnek olmayı amaçlamaktadır.

Satış standları, ailelerin desteğiyle yapılan gözlemeler eşliğinde, etkinlik öğleden sonra başladı. Müzik başladığında çocukların herbirinin yüzlerinden okunuyordu mutlulukları. Mutluluk onlar için belki de bir yerde bizlerdik. Elini tutmak bile yetebiliyordu; gülen gözleri ve gülen yüzleriyle uzanan ele ilk temasla mutluluğa dokunduklarını hissedebiliyordunuz. Fotoğrafın, o en keskin ve acımasız yanı olan ötekileştirme gücünden mümkün olduğunca kaçınmaya çalışarak, etkinliği fotoğraflamaya çalışıyordum. Nazım Hikmet'in "Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?" cümlesini anımsayarak, mutluluğun fotoğrafını arıyordum kendimce.

Özel Arı Koleji’nden gelen genç arkadaşlarımız folklor gösterisinde bulunuyor, müzik hiç susmuyor, neşeli sunucu ve palyaçolar eşliğinde eğleniyordu çocuklar. Program dahilinde bir de kına gecesi vardı akşam 7'den sonra başlayacak. Üç genç SP'li arkadaşımız, Veysel Yazar, Kürşat Keser, Barışcan İğrek, ertesi gün Mamak Muhabere Okulu'nda temsili askerlik yapacaklardı. Ailelerin yüzlerindeki haklı gruru görmemek mümkün değildi. Çocuklarını ne zorluklarla bu yaşa getirdikleri, bir romanın konusu olabilir ancak. Üniversite yıllarında nüfus sayımında sayman olarak görev yapmış ve zihinsel engeli olan bir genç kızın ailesi tarafından nasıl saklanmaya çalışıldığını görmüştüm. Onu da kayıtlara geçirmek istediğimde "Onu da mı sayacaksın, o deli!" denildiğini gördüğüm bir geçmişten sonra üstelik...

Dikkati çeken, aileler ile bir kaç duyarlı arkadaştan oluşan küçük bir toplulukla gerçekleşiyor olmasıydı bu etkinliğin. Sorunun kendisi SP hastalığı gibi görünse de, orada asıl sorun duyarsızlıklarımızdı. Bir anlık görünüp kaybolan desteğimizle vicdanımızı rahatlatıyorduk bir nebze de olsa. Bugün yenilikçilik (inovasyon) adıyla geçen ve her şeyde sürekliliği ifade etmeye çalışan günümüz modası modelleri iş hayatlarımıza, profesyonel yaşantılarımıza, para kazanacağımız alanlara yerleşetirebilirken, bu tür gönüllü gerçekleştireceğimiz alanlara yayamadığımızı farkederek ve üzülerek terkediyordum bu etkinliği. Gene kendime kattıklarımla ayrılıyordum, gene bencilce. Bir hayatı değiştirebiliriz, bu güce sahibiz, ihtiyacı olduğunu bildiğimiz hangi arkadaşımızın yanında değiliz ki! Arkadaş olmayı mı öğrenmeliyiz ilk etapta? Toplum olarak öncelikle bu konuda eğitilmeye ihtiyacımız var ve okul sıraları klişesi aslında hiç de haksız bir saptama değil. Bu konuda ciddi bir adım olarak atılan kaynaştırma eğitimlerinin ilk hedefi de bu değil mi? Soruna sahip olmadan da duyarlılık geliştirebilmek. Halbuki daha önce de değindiğim gibi sorun engelin kendisi değil, engel duyarsızlığımız ve ertelemelerimiz…

Yazı ve Fotoğraflar: Kamuran Feyzioğlu – kamuranfeyzioglu@gmail.com


(Bu yazı 28 Mayıs 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

21 Mayıs 2010 Cuma

Gizli Engel “Öğrenme Zorluğu” - 2

fotoğraf: Nuran KANSU

Ülkemizde öğrenme zorluğu aileler ve eğitimciler tarafından yeterince bilinmemektedir. Bu nedenle aslında çözümü kolay olan bu soruna çözüm bulunamaması çocukların gereksiz yere zorluklar çekmesine sebep olmaktadır. Bu da onlara yapılacak en büyük haksızlıktır.

Bunlara yer vermemek için bir uzman tarafından erken teşhis konması çok önemlidir. Böylece gerekli önlemler alınabilir, özel bir programla çocuk sınıf arkadaşlarının düzeyine getirilebilir. Öğrenme zorluğunun tek tedavisi eğitimdir.

Uzun seneler yurtdışında öğretmenlik yaptıktan sonra Türkiye’ye döndüğümde okullarda özel eğitim programlarının olmadığını öğrenmek beni çok şaşırttı. Diğer arkadaşları gibi öğrenebilmeyi, derslerine zevkle çalışmayı isteyen, ama bilmedikleri bir nedenle bunları yapamayan, yapamadığı için öğretmeninden bir kerecik bile ”aferin sen bu işi çok iyi yaptın” sözünü duymamış ve duymak için can atan, kapasite ve yetenekleri olduğu halde, başarısız olan çocuklar var. Ve benim ülkemde bu çocuklar okullarında yardım alamıyorlar.

Her çocuğun eşit öğrenme hakkı vardır. Çocukların sorunları ve ihtiyaçlarının farkına vararak gereksinimleri doğrultusunda destek vermeli. Bunun için okullarda destek veren, alanında uzman öğretmenler bulundurulmalı ve özel eğitim sınıfları açılmalıdır.

Senelerce öğretmenlik yaptığım ülke Kanada’da öğrenme zorlukları nedeniyle özel eğitime ihtiyaçları olan çocuklar kendi sınıflarında normal eğitime devam ederler. Okullarda bu çocukların eğitimine destek veren, sınıfları dolaşarak yardımcı olan bir öğretmen vardır. Özel eğitim uygulamaları tek tip değildir. Kanada okullarında öğrenciye destek veren çeşitli özel eğitim programları vardır. Çocuklar bunlardan birini seçme hakkına sahiplerdir. Bazı çocuklar kendi sınıflarında destek alarak başarılı olurken bazıları da sadece öğrenme zorluğu çektikleri ders için kendi okullarında bulunan özel sınıflara giderek alanında uzman olan bir öğretmenden farklı öğretim metodlarıyla destek alırlar. En önemlisi Kanada okullarında öğrenciler gerekli yardım ve desteği kendi okullarında alır, bunun için okul saatleri dışında başka bir yere gitme ihtiyacı duymazlar.

Öğrenme zorluğu çoğu zaman cesaret kırıcıdır. Bu çocukların sabırla kendilerine yardımcı olacak büyüklere ihtiyaçları vardır. Anne-babalara ve öğretmenlere verilecek önerilerden bazıları:

- Çocuğun öğrenme zorluğunu olduğu gibi kabul edip onun başarısızlıklarını yargılamamak
- Çocuğun hangi alanlarda öğrenme zorluğu çektiğini anlamak ve çocuğa yardımcı olacak eğitim yöntemlerini araştırmak. Bu yöntemlerin okulda ve evde uygulanmasını sağlamak.
- Okullarda alanında uzman olan eğitimcilerden ders almasını sağlamak
- Çocuğun yetenek ve kabiliyetlerini keşfetmek ve bu yönde etkinliklere katılmasını sağlayarak özgüvenini geliştirmek.

Öğrenme zorluğu olan çocuklar sadece akademik başarısızlıklar yaşamaz aynı zamanda sosyal becerilerini de geliştiremezler. Davranışsal güçlükler çeker ve topluma uyum sağlamakta zorlanırlar. Okulda disiplin sorunları yaşarlar. Okulların hedefi çocukların öğrenmesini ve başarılı olmasını sağlamaktır. Herkese eşit eğitim ortamı sağlayabilmek için okulların bünyelerinde özel eğitim öğretmenleri bulundurmaları ve bu çocukların destek almaları sağlanmalıdır.

Çocuklara boş yere başarısızlık duygusu yaşatmamalı. Onların sorunları ve ihtiyaçlarının farkına varmalı. Çocukların hepsine eşit öğrenme imkanları sunmalı. Nasıl gözleri bozuk bir çocuğa, gözüne uygun numaralı bir gözlük alarak hayatını kolaylaştırıyorsak, öğrenme zorluğu olan bir çocuğun hayatını da kolaylaştırmak gözlük almak kadar kolay olmalı.

Yazı ve Fotoğraf: Nuran Kansu
Eğitim Danışmanı
nuran@oncecocuklar.com


(Bu yazı 21 Mayıs 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

14 Mayıs 2010 Cuma

Gizli Engel “Öğrenme Zorluğu” - (1)

Fotoğraf: Nuran Kansu

Toronto’da öğretmenlik yaptığım senelerde York üniversitesinde aldığım özel eğitim dersinin ilk gününde eğitmenimiz hepimize üzerinde birer paragraf yazı olan kağıtlar dağıtarak bunları önce kendi kendimize, sonra da sınıfa sesli bir şekilde okuyacağımızı söyledi. Bir kısmı ters harflerle yazılmış anlamı olmayan kelimelerden oluşmuş bu bir paragraf yazıyı okumak mümkün değildi. Eğitmen yanıma gelerek elimdeki kağıdı sınıfa okumamı istediğinde okunmuyor dedim. Ne kadar çabalasam da anlamsız olduğu için okunamadığını söylememe rağmen ısrarla yazının üzerinde biraz daha çalışmamı söyledi. Sonra yazıyı sırayla başkalarından da okumalarını istedi. Kimse yazılanları okuyamamıştı. “Neden” dedi eğitmen. “Siz aptal mısınız?”
Öğrenme zorluğu bir engeldir. Öğrenme engelinin, işitme engeli, görme engeli gibi diğer engellerden farkı, görünür ve elle tutulur belirtilerinin olmamasıdır.

Öğrenme zorluğu, insanların okuduklarını, duyduklarını ve gördüklerini anlamalarında etken olan yetenek ve kapasitelerini kullanamamalarına sebep olur. Duyular aracılığı ile dışarıdan gelen verilerin beyinle bağlantı kurmasını olumsuz yönde etkileyerek öğrenmeye engel oluşturur. Öğrenme engelleri, dikkat etme, hatırlama, okuma, anlama, matematik, konuşma, yazma zorlukları gibi değişik şekillerde görülür. Bu zorluklar insanların hayatlarını olumsuz yönde etkiler. Ödev yapmak, ders çalışmak, arkadaşlık, okul içi ve dışı etkinlikler, çalışma hayatında başarısızlıklar gibi zorluklar yaşamalarına sebep olur.

Öğrenme Zorluğu İle İlgili Gerçekler:
Öğrenme zorluğu olan çocuklar aptal ya da zihinsel özürlü değillerdir. Zekaları normaldir. Üstün zekalı olan insanlarda da öğrenme zorluğu görülebilir. Öğrenme zorluğu tespiti yapılırken çevreden aldığı uyaranların yeterli olduğundan emin olduğumuz çocuğun zeka düzeyinin normal olduğuna emin olmak gerekir. Öğrenme zorluğunun sebebi anne ve babalar değildir. Ebeveynler için çocuklarının öğrenme zorluklarını tespit etmek kolay değildir. Öğrenme zorlukları, çocuklar büyüyünce geçmez. Hayat boyu sürer. Bu özellikleri taşıyan insanlar öğrenemez diye bir şey yoktur. Öğrenme problemleri ve yaşanan zorluklar bazı stratejiler geliştirilerek kapatılabilir.
Öğrenme zorluğu olan çocuklar, okulda başarı gösteremedikleri için çoğu zaman aptal ya da tembel olarak adlandırılabilirler. Bu çocuk ve ailesi için çok üzücüdür.
Şöyle bir hikaye düşünün. Bütün anne ve babalar gibi sizin de dileğiniz ilkokula başlayan çocuğunuzun başarılı olması. Onun için güzel hayalleriniz var. Okul başladıktan 3 ay sonra yapılan ilk veli toplantısında büyük hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Çocuğunuzun öğretmeni onun sınıf arkadaşlarından geride olduğunu, okuma ve yazmada çok zorluk çektiğini ve başarısız olduğunu söylüyor. Güzel hayallerin yerini düş kırıklığı alıyor. Hemen ardından zihninizde bir sürü soru işareti beliriyor. Çocuğunuzun zeka düzeyi mi düşük? Bu ne zaman oldu? O akıllı, duyarlı, yaratıcı çocukta değişen nedir? Nerede hata yaptık?
Çocuğunuzda değişen hiç bir şey yok. O aslında hala sizin bildiğiniz akıllı ve zeki çocuk. O diğer çocuklardan biraz farklı. Diğer çocuklardan farklı olmasının sebebi onlardan daha farklı yollarla öğrenmeye ihtiyaç duymasındandır. Aslında bütün çocuklar birbirinden farklıdır. Onların bu farklılıkları, başarıları açısından, anne ve babalar, öğretmenler tarafından dikkate alınmalı ve ihtiyaçları doğrultusunda eğitim verilmelidir.
Öğrenme zorluğu olan çocuklar okulda aptal, yavaş, tembel gibi adlandırmalara maruz kalırlar. Bu da çocuklarda özgüvenin gelişmesini engeller. Özgüveni gelişmemiş çocukların arkadaş edinmeleri ve ilişkileri sürdürmeleri zordur. Kendilerine güven duymamaları onların gergin ve uyumsuz olmalarını ve davranış sorunları yaşamalarına da sebep olur.

Nuran Kansu
Eğitim Danışmanı
nuran@oncecocuklar.com

(Bu yazı 14 Mayıs 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara Eki'nde yayımlanmıştır.)

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Sanatla Güç Kazanıyorlar






Eğitim uygulama okulları; genel ilköğretim programlarından yararlanamayan zihinsel öğrenme yetersizliği olan çocukların özbakım ve temel yaşam becerileri ile işlevsel akademik becerilerini geliştirmek ve topluma uyumlarını sağlamak üzere eğitim vermekte olan devlete bağlı okullardır.
İş eğitim merkezleri ise; eğitim uygulama okullarını bitiren veya zorunlu eğitim çağı dışında kalan zihinsel öğrenme yetersizliği olan bireylerin; temel yaşam becerilerini geliştirmek, öğrenme gereksinimlerini karşılamak ve topluma uyumlarını sağlamak amacıyla kursların düzenlendiği kurumlardır.
Ankara’da bulunan Çağdaş Eğitim Uygulama Okulu ve İş Eğitim Merkezi ise, iki yıldır varoluş amacına yönelik hizmet vermenin yanı sıra, tersi bir uygulama ile toplumu da özel eğitim gereksinimi olan bireylerle ilgili olarak dolaylı yoldan eğitmeyi hedefliyor ve bunun için “sanat”ı bir araç olarak kullanıyor.
Okulun resim kulübü tarafından “Sanatın Gücü” adı altında oluşturulan proje; zihinsel yetersizliği olan çocukların kendilerini farklı yollarla ifade edebilmelerine olanak sağlamayı, toplum ve engelliler arasında sanat aracılığıyla bir köprü kurarak toplumun bu çocuklara bakışında farklılık yaratmayı ve onlara karşı daha olumlu tutumlar geliştirilmesini amaçlayan bir dizi projeyi içinde barındırıyor.
Bugüne kadar okulun resim derslerinde, eğitim programına göre sınırlı boyama, kesme, yapıştırma ve basit baskı çalışmaları yapılabilirken, 2009 yılında Ressam Harun Antakyalı ile gerçekleştirilen bir workshop çalışmasında; öğrencilerin geniş yüzeylerde nasıl çalışabilecekleri ve kendilerini nasıl ifade edebilecekleri belirlenmiş oldu. Ressam bu çalışma için daha sonra "Bu güne kadar yaptığım ve unutamayacağım en heyecanlı ve duygulu çalışma oldu" ifadesini kullanmıştır. Bu çalışmanın ardından okulun Resim Kulübü ile Harun Antakyalı işbirliğiyle “Sanatın Gücü” projesi oluşturuldu.
Okula devam eden bütün çocuklar, müdahale edilmeden, tamamıyla kendi iç dünyalarını yansıttılar. Bu çalışmanın sonunda seçilen sekiz çocuk Ressam Harun Antakyalı ile okul kantininde 50 metrekarelik dev bir duvar resmi gerçekleştirdiler.
Üç ay süren bir çalışma sonunda da kağıt ve tuval üzerinde yaptıkları 35 eserle Okul Kantininde ilk sergilerini açtılar.
Okulun resim kulübü ve öğrencileri, bu deneyimden aldıkları motivasyonla okulun resim dersi programı dahilinde çalışmalarını sürdürmekteler.
Sürekli yenilenen çalışmalarını yaklaşık iki ay boyunca Ankara Kalesi Kirit Cafe’de sergileyen “özel” sanatçıların resimleri, 02 Mayıs–02 Haziran 2010 tarihleri arasında Bilim Eğitim Estetik Kültür Sanat Araştırmaları Vakfı (BEKSAV) Salonunda (Batı Sineması içi) sanat severlerle buluşacak.
“Sanatın Gücü” Projesi kapsamında seslerini sanat aracılığıyla duyurmaya devam eden bu “özel” çocuklara kulak vermek isteyenler BEKSAV Salonlarını ziyaret edebilirler.
Saliha Gelener
saliha2g@yahoo.com

(Bu yazı 07 Mayıs 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Büyüyünce geçer..!


Dünyada yaklaşık iki milyon kronik böbrek yetmezliği olan kişi bulunmaktadır.
Türkiye'de ise bu sayı kırk bin kişi civarında olup her yıl bir milyon kişide yüz kişi artmaktadır.

Böbrek yetmezliği, böbreklerin fonksiyonlarını yitirerek vücudun atık ve zararlı maddeleri idrar yoluyla atamamasıdır. Akut (ani ve genellikle geçici fonksiyon bozukluğu) ya da kronik (geri dönülmez şekilde böbrek fonksiyon bozukluğu) şekilde gelişebilir. Vücudumuzda genellikle iki böbreğimiz vardır, ama sağlıklı tek bir böbrek de gerekli görevleri yerine getirmeye yeterlidir. İki tedavi şekli vardır: diyaliz ve transplantasyon. Diyaliz; hemodiyaliz, yani bir makine aracılığıyla kanın temizlenmesi veya periton diyaliz diye adlandırılan karın zarına yerleştirilen bir kateter aracılığıyla kanın temizlenmesi şeklinde gerçekleşir. Transplantasyon ise, cerrahi bir operasyonla vücuda yeni bir böbrek takılmasıdır.

Erken teşhis ve doğru tedavi kronik böbrek yetmezliğini engellemekte çok önemlidir.

Bu haftaki “Engelsiz Yaşam” köşesinde babam Önder Erdal’ın, bir kronik böbrek hastası olarak hayata bakışını paylaşmak istedim. Bir engelin kişinin hayatını nasıl etkilediği konusunda, uzmanlar dahil herkes fikir sahibidir ama o kişinin kendisi kadar kimse bilgi sahibi olamaz. Babam bu hastalığı, hayatında bir engel olarak değil, hayatının bir parçası olarak kabullenip kaliteli bir yaşam sürdürebilmiştir.

Tüm engel grupları gibi böbrek yetmezliği olan hastalar da yaşadığımız toplumun engellilere yönelik olumsuz yaklaşımlarından payını almaktadır. Böbrek hastaları teşhis konulduğu andan itibaren “engelli” bir yaşama mahkum edilmektedir.

Böbrek hastalarının belirli zamanlarda kanlarının temizlenmesi için girdikleri diyaliz makinesinde geçen saatler, maalesef birçok işveren için olumsuz karşılanan bir durumdur. Bu nedenle çoğu zaman işe girmek istediklerinde yeterli performansı gösteremeyecekleri düşünülerek işe alınmazlar.

Ancak, bizler babam sayesindeki anladık ki, böbrek yetmezliği ile de bir insan herkes gibi bir yaşam sürebilir.

Babam, hayata bakışı nedeni ile şanslı biriydi, şansını kendi yarattı, çünkü ne iş ne de sosyal hayatında yukarıdaki gibi olumsuzluklardan etkilenmedi. O, mesleğine ve ailesine tutkun, öğrencilik yıllarında cemiyet başkanlığı yapmış, siyaset ve sporla aktif olarak ilgilenmiş, mesleği nedeniyle ülke genelinde jeolojik araştırmalarda bulunmuş, hayat dolu ve lider yapılı bir insandı.

Geç teşhis edilmiş, “basit bir idrar yolu enfeksiyonu” olarak değerlendirilmiş ve yanlış tedavi sonucu kronik böbrek yetmezliğine dönen hastalığı, hayatının devamını şekillendirdi.

1975 yılında ilk teşhiste, doktorları kronik böbrek yetmezliğiyle beş yıllık bir ömür biçtiler.

O, hemodiyaliz sayesinde 32 yıl böbrek yetmezliği ile yaşadı.

Bu engelinin yaşantısını değiştirmesine izin vermedi. O’nun gözünde hemodiyaliz bir “antrenman”dı. Bu engeli ile birlikte yaşadığı yıllar boyunca kendi kendini böbrek yetmezliği konusunda da eğitti ve uzmanlaştı. Öyle ki artık diğer hemodiyaliz hastalarına fikir verir, bu alanda her türlü soruları yanıtlar hale geldi.

Mesleğini haftada üç kere verdiği “antrenman” aralarıyla yürüttü. 30 yıl tutkuyla çalıştı ve 57 yaşında emekliye ayrıldı.

Engeli nedeniyle farklı muamelelerden hep kaçındı.

Asla yaşama sevincini kaybetmedi ve hayatla dalga geçmeyi de bildi. 38 yaşında yaşantısına eklenen böbrek yetmezliği ile 70 yaşına kadar dolu dolu yaşadı. 21 Aralık 2007’de onu kaybettiğimizde, geriye herkese gururla anlattığımız engelsiz yaşam anıları bırakmıştı.

O bir oyun kurucuydu:

Kendi kendinin doktoru ol!

Sınırlarını bil!

YAŞA…!

Zorluklar “Büyüyünce geçer..!”


Bilge Erdal
berdal@tai.com.tr

(Bu yazı 30 Nisan 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)