27 Ağustos 2010 Cuma

ENGELLERİ YARATAN ZİHNİYET

fotoğraf: Nuran KANSU

Engel dediğimiz şey bizim algılarımız nedeniyle vardır. Biz onu engel olarak algılamaktan vazgeçersek artık engel olmaktan çıkar. Boyumuz erişmediği için dolaba uzanamadığımızı düşünelim. Peki, bunu engel olarak görüyor muyuz? Hayır. Bir tabureye çıkıp istediğimiz nesneye kolayca ulaşıyoruz. İşte toplumumuzda engelli bireylerin yaşadığı aynen budur. Gereken şey sadece bir tabure olduğu halde biz, ayrımcı bakış açımızla, “engelli“ ismini verdiğimiz bir grup yaratıp, onları dışlamayı ve soyutlamayı seçiyoruz.
Yaşam ve çalışma alanlarını engelleri ortadan kaldıracak şekilde tasarlamak ve inşa etmek mümkün değil mi? Elbette mümkün. Bunun için öncelikle ayrımcı ve tek tipçi zihniyetin sorgulanması gerekiyor. Ülkemizde ne yazık ki farklı olan, farklı düşünen ya da farklı hareket edenler sık sık ayrımcılığa uğramaktadır. Peki neden? Nasıl bir zihniyet kendine benzemeyeni reddeder, yok sayar?
Kaçımız bugüne kadar engellilerin haklarını ve bu hakların ne kadarının imkan sunulmaması nedeniyle gasp edildiğini düşündük? Bir ülkede tüm çocukların eğitim alma hakkı varken, tekerlekli sandalyede olduğu için, görme ya da işitme engelli olduğu için bir çocuğa “bu okulda okuyamazsın” demek eğitim hakkının gaspıdır. Bir işe başvuran engelliye engelli olduğu için, önyargıyla “sen bu işi yapamazsın” demek, hakkını gasp etmektir.
Toplumun azınlığının değil çoğunluğunun engelli olduğunu düşünelim bir an için. O zaman bambaşka bir toplumda yaşıyor olurduk. Tüm yaşam ve çalışma alanları engellilere uygun olarak düzenlenirdi.
Toplumun tüm bireylerinin her türlü sosyal imkandan (eğitim, ulaşım, yasalar karşısında -icraata yansıyan- eşitlik) eşit olarak faydalanmasını sağlayabilen ve bu uğurda çaba gösteren toplumlara gelişmiş diyebiliriz.
Bilim ve teknolojide bu kadar ilerlemiş olan insanlığın haklar ve özgürlükler konusunda, barış içinde birlikte yaşama konusunda bu kadar geri olması beni şaşırtıyor. İnsanlık olarak nasıl nesiller yetiştiriyoruz ki her yerde ayrımcılık, her yerde savaş, her yerde kavga. İnsanın güç sahibi, mülkiyet ve egemen olma hırsına bu derece tutsak olması, başkalaştırıcılığı, başka olanı değersiz ve düşman görmesi insanlık tarihine baktığımızda yüzyıllardır süregelen bir durum. Bu bir ütopya özlemi değil. Böyle bir dünyaya inananlar bu yolda bir adım atmalılar. Herkesin bu konuda yapabileceği bir şeyler olduğuna gönülden inanıyorum. İşe kendi sosyal çevremiz ile başlayabiliriz. Haklar ve eşitlik konusunda bilinçli olanlar sormaya ve talep etmeye başladıklarında zincirleme bir etki yaratacaklardır. Bu bizim kendimize ve gelecek nesillere olan borcumuzdur. Borcunu henüz ödeyememiş insanların hissettiği vicdan huzursuzluğunu hissedip, emek vermek, inanmak ve mücadele etmek, birlik olmak gerekiyor.
O kadar kanıksadık ki her şeyi, trafik kazalarını, haksızlıkları, ölümleri. En kötüsü de bu. Hayata seyirci kalmaya bayılıyoruz. Kolay çünkü. Düşünmeyi gerektirmiyor, eylem gerektirmiyor. Dizi film izler gibi izliyoruz hayatı. Bizim dışımızda kalan hayatları seyretmekle yetiniyoruz. Bizim evimiz var, bizim arabamız var, bizi seven insanlar var, mutlu mesut yaşayıp gidiyoruz işte, gerisi bizi ilgilendirmez. Peki, bunun için mi yaşıyoruz? Ayrımcılık görenler, ezilenler, dışlananlar, haksızlığa uğrayanlar? Bizi ilgilendirmez. Gereken yerde tepkimizi dile getiriyoruz, ama tepki eylem değil.
Kelebek etkisi yaratmaya ne dersiniz?

BİLGE YİĞİT
bilge.yigit@gmail.com

(Bu yazı 27 Ağustos 2010 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

21 Ağustos 2010 Cumartesi

ŞİZOFRENİ HASTASININ KENDİNE MEKTUBU


üşüyorum /beynim ne dersin? /iç üşümesi bu /beynim ne dersin? /ne ile ısınabilirim /ne ile örtebilirim ruhumu? /şiir yazıyorum/ uyaksız /uygunsuz /uykusuz /beynim ne dersin? /kıvrımlarında özgürlük /aşk /hayat var /sınırsızsın! /çarpıntısını duyuyorum yaşamın /beynim ne dersin? /sana karışmıyorum /ama sen sınırsız beynimsin

farklı düşüncelerin derin içeriklerine aşık /beynim bu sabah da uyandım /ne dersin
ürperti duyuyorum /ne dersin? / sen tüm varlığımın kilitlendiği NOKTA-NOTA/kurutulmuş çiçekler gibi durma/asisin/aşksın/aykırısın /anlamımsın/beynim

bunca akıl oyunu içinde /kaybolmuyor/çoğalıyor/yoğunlaşıyorsun/akıyorsun/çağlıyorsun/çarpıyorsun yaşama
sana övgü düzmek benim ne haddime?sana olan itaatim bile sınırlı/çünkü sen öğrettin/en bilgeye
/en yetkine/en güçlüye bile itaatin sınırlı olsun!

sınırlı olsun ki itaatin /sınırsız olasın!/boynunu bükme/beynim/mütevazi olma/hayatı algılıyor/kavrıyor/değiştiriyorsun/ilaçlar alıyorsun/doğru düşünmek için/biliyorsun: doğru düşünmek/bazen sınırsız düşünmenin önünde engeldir!
/sana fikrini soruyorum/ karanlığın içinde /kıvılcımlar yakalayan /ateşle oynanmaz der misin /ateşin içinde ruhum /üşüyorum /bu çelişki mi dersin/ beynim sen çelişkiden çatışmadan /çarpışmadan korkmayan /çarpıyorum yaşama /dalgalar gibi /köpük köpük şiir yazıyorum /uçurumlar armağan ediyorum sana /derin /keskin /yoğun anlar armağan ediyorum /değerini bilirsin!

gösterişsiz beynim/ göster artık kendini /duyur sesini /ne dersin? yolculuğumuz /sınırsız anlayış değilse niçin?
kurutulmuş çiçekler gibi durma/asisin/aşksın/aykırısın /anlamımsın beynim
akıyorsun/çağlıyorsun /çarpıyorsun yaşama/ sana övgü düzmek benim ne haddime?
boynunu bükme /beynim mütevazi olma

Bir gün herkesin yüzünde maskeler vardı/Arkalarında maskelerin/sevdiğin insan/Beynim buydu işte yaşamımı dönüştüren an/Sevgi yaşamsaldır/ Maskeler sayesinde/ Hissettin yaşamsal olan sevgiyi/Soluk aldın /Eh tabi/Bu biraz aykırı nefesti!/ Gerçeğe dönmek gerekliydi/ Gerçeğe döndüğünde de arayışın bitmedi /Akıl oyunu/ Şizofreni derken/ İlaçlar girdi içeri/ Aldın onları/Benimsedin/Kattın içine/Ama bildin değişmeyi de/ Değiştirmeyi de
Şairler okudun/Filozoflardan etkilendin/Yaşamsal olanı arayışın sürdü/Süreğendi öyleyse/Alışman gerekliydi /Aykırı nefeslere /Bak şimdi/ Bu yüzü görüyorsun/Bu yüzün ardında başka yüz yok/ Sen yüzlerin ardında /Başka bir yüz görebilecek denli
Aykırı nefessin
İşte bunun içindir ki beynim şaşırtansın/Bana bile itaat etme demenin anlamı var/Kendim diye bir şey varsa o sadece sen değilsin/Beynim ne dersin?/Senin için uçtu gitti deseler geri döneceğini en iyi ben bilirim/Ben kimim?/Beynim ne dersin?/Bak şimdi/Televizyondaki adam konuşuyor/Ne senin hakkında/Ne seninle ilgili/Ama geçmişte/O adam senin hakında konuştu zannettin/ Amaca hizmet etti tüm bunlar yaşamında
Rastlantı kaosunda yitip gitmeyen beynim/Sen gerçekleri görebilecek ve değiştirebilecek kadar zenginsin!
Beynim/Üşüştükçe düşünceler yaşamına/Ürperdikçe sen/Kelimelere sarıldın/Kuran/Kurcalayan/Kurgulayan düşünceler geldikçe aklına /Sen onlardan bahçe yaptın/Yerleştin içine/O bahçede yetişti /Nice şiir /Nice öykü
Kıvrımlarında devrim var senin

Yasemin Şenyurt
yaseminsenyurt@gmail.com

(Bu yazı 20 Ağustos 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

13 Ağustos 2010 Cuma

Engelli, spor ve sosyal yaşam…




Spor, tüm sağlıklı insanlarda olduğu gibi engelli kişiler için de bir ihtiyaçtır. Kişinin sağlığı, fiziksel gücü, dayanıklılığı, sosyal entegrasyonu ve psikolojik rahatlığı ve iyileşmesi spor ile sağlanabilir ve arttırılabilir.
Sporun, sağlıklı insanlar ile birlikte, engelli insanlar için de ne kadar yararlı ve ihtiyaç olduğunu anlamak güç değildir. Esasında insanları sağlıklı ve engelli olarak sınıflamanın da doğru bir yaklaşım olmadığını belirtmek isterim. Ancak, bir ayrımı ortaya koymak için sağlıklı ve engelli ifadelerini üzülerek kullanmak zorundayım.
Engelli insanların, sağlıklı bir insan gibi her türlü sporu yapmasının mümkün olmadığı da bir gerçektir. İşte bu nedenledir ki, tüm dünyada bazı özel spor aktiviteleri normal sporları yapamayacak engelli insanlar için geliştirilmiştir.
Eğer insanların engel durumları göz önünde bulundurularak doktor gözetiminde yeterli önlem alınır ve uygun önerilerde bulunulursa, engelliler de normal insanların katıldığı spor aktivitelerine katılabilirler.
Esasında, engellilerin küçük yaştan itibaren Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri’nde almış oldukları eğitim ve tedavi yöntemi de bir nevi spor üzerine kuruludur. Gelişmeleri rehabilitasyon ile mümkün olmaktadır. Ancak, belli bir yaş üzerindeki engellilerin, bazı nedenlerle söz konusu merkezlere alınmamaları veya kendilerinin gitmekten vazgeçmesi nedeniyle tedavi ve rehabilitasyonları sekteye uğramaktadır.
Türkiye’de bilinen bir gerçek vardır ki, aileler engelli bireylerini toplumdan kaçırırlar. Sokağa çıkarmazlar. Çünkü meraklı bakışlar, ardı arkası kesilmeyen “Neden oldu? Nasıl oldu? Zekasında bir şey var mı?” şeklindeki sorular, aileleri bezdirir. Öyle bir noktaya gelinir ki, engelli bir aile bireyleri olduğu için utanırlar. Utanması gereken başkaları iken, utanmaması gerekenler utanırlar. Sonunda çareyi kaçmakta, engelli bireylerini toplumdan kaçırmakta, toplumdan izole etmekte bulurlar. Engelli kişi işte böyle bir ortamda elinde olmadan kendini toplumdan soyutlar.
İşte bu noktada spor, engelli insanlar için sosyal ilişkiler kurması ve oluşmasını sağlama yönünde devreye girmektedir. Ancak, hangi engelli, hangi sporu yapar? Nerede yapar? Nasıl yapar? Bütün bunlar birer soru işaretidir!..
Sağlıklı insanların dahi spora başlamadan önce bir doktordan sağlık raporu aldığını düşünecek olursak, engellilerin çok özel bir sağlık kontrolünden geçerek, bir spor faaliyetinde yer alabilmelerinin önemi ortaya çıkmaktadır.
% 91 engeli bulunan biri olarak biliyorum ki, şu andaki konumuma gelmemin başlıca nedeni spordur. Belki spor olarak değil, tedavi amaçlı olarak yapılmış olabilir ama neticede yaptıklarımın hepsinin spor olduğunu hatırlıyorum. Fizyoterapistler, sağa döndürdüler, sola döndürdüler, diz üstü kaldırdılar, merdiven çıkardılar, ayaklarımı karnıma çektirdiler, bir şekilde beni ayağa kaldırdılar. Neticede baktığımda yaptıklarımın hepsi spordu.
Yaz aylarında denize girdim, yüzdüm ve çok faydasını gördüm. Arkadaşlarımla top oynadım. Top oynadım derken, sandalyede oturarak kalede durdum, gelen topa ayağımla vurmaya çalıştım, elimle uzaklaştırmaya çalıştım. Ama bildiğim bir şey var ki yaptığım spordu ve arkadaşlarımla birlikteydim.
Sonuç olarak; spor yaptım, kuvvetlendim, utanmadım toplumun içine girdim, toplumla kaynaştım-bütünleştim, bir gazetede spor dalında köşe yazısı yazıyorum, üniversiteyi bitirdim ve aranızdayım…

BARIŞCAN İĞREK
barcan88@hotmail.com

(Bu yazı 13 Ağustos 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayımlanmıştır.)

BEN ALARA


“Yürüyemeyen Sadece Ayaklarım. Beynim Koşuyor...”

Onu tanıdığımda 9 yaşındaydı. 3 yıl önce. Engelsiz yaşam konusunda bir fotoğraf sergimizi açmak üzere Aydın’a gitmiştik. Sergiden bir gün önce Alara ve ailesi bizi konuk ettiler. Akşam yemeğinde Alara ile tanıştık. O zamana kadar hakkında bildiğim tek şey Cerebral Palsi’li (CP) olduğuydu. Bir de ara sıra annesi aracılığı ile e-postama gönderilen kendi yazdığı kısa öyküleri…

Ben dâhil, benim tanıdığım engellilerin büyük çoğunluğu, özellikle çocukluk dönemlerinde, bir topluluk içine girdiklerinde girişken değillerdir. Çünkü her şekilde engellenmişlerdir. Sokağa çıkamazlar, çıktıklarında başka çocuklar ya da yetişkinler tarafından dışlanmışlardır. Okula gidememişlerdir, gidebildiklerinde merdivenler, sıralar, tuvaletler ile ilgili sorunlar yaşamışlardır. Onlara uygun olmayan fiziki ve sosyal koşullara uyum sağlayamamalarının bedelini, bu koşulları yaratanlar değil onlar ödemiştir. Özgüvenlerini eksilte eksilte büyür engelli çocuklar. Ama engellendikçe yaşam kavgasındaki güçlerini büyütürler. Pek çok engelli için yaşam, ayrımcılığa karşı mücadelenin bir ömürlük hikayesidir.

Alara ile karşılaştığımda beni ilk şaşırtan ve etkileyen kimsede kolay kolay rastlanmayacak bitmez tükenmez özgüveniydi. Yürümekte ve oturmakta büyük güçlük çekiyordu ama nereye oturmak istediğine o karar verdi. Söylediklerini anlamakta güçlük çekiyordum, ama masada konuşulan konuların tamamını o yönlendirdi. Çoğunlukla onu en iyi anlayan ailesi tarafından söyledikleri tercüme ediliyordu. Her konuda bir fikri vardı. Yaşamla ilgili sorunları daha çocuk yaşta düşünmüş, tespit etmiş ve biz yetişkinlerin asla düşünemeyeceği çözüm yollarını da üretmişti. “Yapamam” Alara’nın sözlüğünde yoktu, “yapamazsın”ları takmıyordu.

Bu nasıl olabilirdi? Alara konuştukça “nasıl?”ını anlıyordum. Anne ve babası Alara için engelsiz bir yaşam sağlamaya daha CP teşhisi konduğu anda karar vermişler. 2 yaşında hem fizik hem de konuşma terapisti gelmeye başlamış evlerine. Onu koruma altına almaya kalkmamışlar, toplumdan soyutlamamışlar, onu korumak adına toplumla arasına kalkan olmamışlar, Alara’nın özgür bir birey olarak toplumun bir parçası olması için aracı ve destek olmuşlar. Alara yaşıtları gibi kreşe gitmiş. Diğer çocuklarla birlikte ilkokula başlamış. Kardeşi Sarp da Alara’ya destek olmak konusunda anne baba kadar başarılı. Ailesi kadar çevresi konusunda da şanslı Alara. Kimse Alara’ya sen bu okula gidemezsin dememiş, ellerini kullanamadığı halde öğretmeni onu diğer çocuklardan ayrı tutmamış, onlar gibi koşup oynamadığı halde arkadaşları onu dışlamamışlar. Alara onlarla her ortama her faaliyete katılmış. Öğretmenleri ve arkadaşları bunun için gerekli koşulları sağlamışlar. Bunun adına özveri dememişler, paylaşım demişler. Çünkü Alara ile paylaştıkları her şey onları da mutlu etmiş. Alara okul balosuna “bobi” ismini verdiği tekerlekli sandalyesini kendi gibi süsleyerek gitmiş, yürümekte zorlanmasını bahane etmemiş ve babası ile ayakta dans etmiş.

Bu yıl Ben Alara isimli öykü kitabı yayımlandı. Öykü yazmaya daha 5 yaşında, okuma yazma öğrenmeden önce başlamış. Annesine öykü yazmak istediğini söylemiş ve o söylemiş annesi yazmış. Kitabının başında “Yürüyemeyen Sadece Ayaklarım. Beynim Koşuyor...” yazıyor. Kitabı okuyanlar eğer hala, Alara’nın koşamadığını, uçmak isteyip uçamadığını, bir kedi olmak isteyip olunamayacağını, tekerlekli sandalyenin bir dosta dönüşemeyeceğini düşünürlerse, o zaman onlara soracağım: Sahi kim engelli; zengin düşleri ile Alara mı, düşlere inanmayanlar mı?...

Kitabı okurken fark ettim ki; büyüdükçe ne çok eksilmişiz, ne çok… Kitabı ile yaşama dair unuttuklarımızı, geçmişin tozlu yollarında bıraktıklarımızı hatırlatan Alara’ya teşekkürlerimle…

ŞULE TÜZÜL

sule.tuzul@isbank.net.tr

(Bu yazı 06 Ağustos 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayımlanmıştır.)