30 Temmuz 2010 Cuma

ENGELSİZ YAŞAM EĞİTİMLE BAŞLAR


fotoğraflar: Nuran KANSU

Kızım Duygu, Ankara’da görme engelliler okulunda, iki yıl okulöncesi olmak üzere, toplam yedi yıl eğitim görmüş, altıncı sınıfa geçmişti. Sınıf arkadaşlarından geriydi ve birlikte çabalamamıza rağmen derslerinde yeterli başarıyı gösteremiyordu. Bunun yanı sıra günlük yaşam içinde yaşadığı olumsuz davranışlara karşı kendini savunamaması; duygu ve düşüncelerini ifade edememesi; her geçen gün biraz daha içine kapanması gibi sosyal problemleri de vardı. Özgüven duygusunun giderek azaldığını gözlemleyebiliyorduk. Çözüm aramaya başladık.
İki yıl önce Mersin’de görme engelli çocukların kaynaştırma eğitimi gördükleri okulu araştırıp bulmuştuk. Okul idaresinden bize güven veren bilgiler edinmemize rağmen çocuğumuzun bu durumdan olumsuz etkilenebileceği korkusuyla başlamadan geri dönmüştük. İki yıl sonra tekrar Mersin’e geldiğimizde, bu defa biz değil kızımız karar verecekti. Korkularımızın üzerine gitmeye kararlıydık.
Okulun başladığı ilk gün kızımızı sınıfına bırakıp okulun bahçesinde zilin çalmasını beklemeye başladık. Kendimi çok çaresiz hissediyordum. Derken zil çaldı, kızım arkadaşlarının yardımıyla yanımıza geldi. Ondan “evimize dönelim” demesini beklerken o bize bu okulda kalma konusunda ne kadar kararlı olduğunu anlattı. Ertesi gün Duygu’nun yeni arkadaşlarıyla tanıştık, görüştük, onların da fikrini aldık, nihayetinde eğitimine bu okulda devam etmesine hep birlikte karar verdik.
Kızımız örselenmeden, kırılmadan yabancısı olduğu bu yeni ortamda başarıyı yakalayabilecek miydi? Okuldaki ve yaşamdaki başarı ancak normal bir sosyalleşme süreciyle birlikte oluşabilirdi. Kızımın ne kadar çok insanla iletişim kurarsa o kadar kendini geliştirebileceğini, iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı ancak böyle ayırt edebileceğini, olası olumsuz durumların bile kızıma daha fazla yaşam tecrübesi katarak, onu güçlendireceğini biliyordum. Yine de kızım için endişelenmeden de edemiyordum. Ama yaşam zaten bu değil miydi? Engelli olsun ya da olmasın herkesten daha güçlü ve daha zayıf insanlar yok muydu? Zarar görme, zarara uğrama riski her zaman, her yerde ve herkes için vardı. Bu düşünceyle kendimi yeniden ikna etmeyi başardım.
Yeni okulumuza başladıktan sonra bizim ‘başarı’ tanımımız ile mevcut eğitim sistemimizin başarıdan ne anladığı arasındaki çelişki yüzünden kısa süreli iletişim sorunları da yaşadık. Ama okul idaresine ve kızımın öğretmenlerine beklentilerimizi anlatabildik. Duygu, derse etkin olarak katılamasa bile, sınıftaki diğer çocukların kendi aralarında ve öğretmenleriyle aralarındaki iletişimden, paylaşımdan olumlu yönde etkilenecekti. Onlara, elbette kızımızın toplumda statü ve ekonomik refah sağlayan bir meslek edinmesini istediğimizi; ancak her öğrencinin yüksek puanlar alarak mühendis, doktor olmasının mümkün olmadığını; çocuğumuzun potansiyeli, ilgi ve yetenekleri oranında toplumda bir yer edinmesini istediğimizi; toplumdaki tüm mesleklerin gerekli ve saygıdeğer olduğunu; kızımızın ilerde hangi puanları alıp, hangi mesleği edineceğinin bizim için önemli olmadığını; sadece kendisiyle barışık, iyi ve mutlu bir insan olmasını istediğimizi söyledim. Süreç içerisinde öğretmenlerin kızıma yaklaşımları son derece olumlu oldu.
Birinci dönemin sonunda, öğretmenleri kızımın ne kadar çabaladığını gördüler, artılarını-eksilerini çok iyi değerlendirerek yarıyıl tatilinde onu cesaretlendirecek ve kendine güven duymasını sağlayacak bir teşekkür belgesiyle ödüllendirdiler.
Duygu artık okula isteyerek gidiyor. Özel Eğitim Öğretmeni Hülya Keçeli ile Mersin Adnan Özçelik İlköğretim Okulu idareci, öğretmen ve öğrencilerine kızımın yaşamdaki ‘başarı’sına katkıda bulundukları için teşekkür ediyorum.

Suna Ezen
sunaezen@windowslive.com

(Bu yazı 30 Temmuz 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayımlanmıştır.)

24 Temmuz 2010 Cumartesi

ENGELLİ ÖĞRENCİ HAREKETİ



Başka ülkelere bakınca, engelli hakları yönünden bizlerden çok daha ileride olduklarını görüyoruz. Amerika’da engellilerin eşitliğiyle ilgili yasalar 1960’lı yılların sonlarına doğru çıkarılmaya başlanmış. Örneğin Amerika’da kamuya ait binaların erişilebilir olmasıyla ilgili yasa 1968’de çıkarılmış. Bu yasanın çıkışına engelli hareketleri neden olmuş; engelliler bir araya gelmiş, talep etmiş ve haklarını elde etmişler. Bizim ülkemizde ise süreç genelde biraz daha farklı işliyor. Yasalar, Avrupa Birliği’ne uyum süreci için çıkartılıyor. Engelli bireyler, karar mekanizmalarına dahil edilmiyor. Genelde engelli örgütleri birlikte çalışmıyor. Sonuç olarak da zaten tam anlamıyla talep edilmemiş, bazı dayatmalar sonucu ortaya çıkmış, ihtiyaçlara yeterince cevap veremeyen uygulamalar, yönetmelikler, yasalar ortaya çıkıyor.

Ülkemizde yüksek öğrenim gören engelli öğrenciler ile ilgili ilk çalışmalar, “Özürlüler Kanunu” kapsamında, 2005 yılında, Yüksek Öğrenim Kurumu tarafından yayınlanan “Yükseköğretim Kurumları Özürlü Öğrenciler Yönetmeliği” ile başlamıştır. Bu çalışmalardaki sorunları ve eksikleri fark eden engelli öğrenciler, Engelli Öğrenci Platformu (EÖP) adı altında bir araya gelerek bildiriler hazırlamış, eylemler düzenlemiştir. Daha önceleri, sunulan hizmetin alıcıları gibi görünen engelli öğrenciler, kendilerini ilgilendiren karar alma mekanizmalarında etkin biçimde yer almak istediklerini ifade etmiş, kendi hakları için mücadele etmeye başlamışlardır.

Engelli Öğrenci Platformu’nun temeli, 2009 yılında, TIU (Engelsiz Üniversite) projesi sonrasında atılmıştır. Bu projede, Türkiye’deki üniversitelerde öğrenimine devam eden engelli öğrencilere eğitim hayatlarında daha uygun koşullar sağlamak ve onları öğrenci hakları konusunda bilgilendirmek amaçlanmış, projeye katılan öğrenciler Şubat 2010’da Engelli Öğrenci Platformu’nu oluşturmuştur.

Bu oluşumda 4. Engelsiz Üniversiteler Çalıştay’ı adeta bir katalizör rolü oynamıştır. Bu çalıştayda, Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde çalışan engelli öğrenci birim sorumluları, akademisyenler ve çeşitli idari birim yöneticileri bir araya gelerek, yüksek öğrenimde engelli öğrencilerin yaşadığı sorunların çözüm yollarıyla ilgili bir çalışma gerçekleşmiştir.

İşte tam da bu aşamada bizler, engelli üniversite öğrencileri, konunun birinci muhatabı olarak kendimizi ifade edebilmek, sorunlarımızı ve dahası çözüm önerilerimizi ortaya koyabilmek amacıyla bir bildiri hazırladık. Bildiriye www.engelliogrenciplatformu.com adresinden ulaşabilirsiniz. Bildirimizi Çalıştay’da sunabilme ve anlatabilme fırsatı bulduk. Şu anda bildirimiz pek çok engelli öğrenci biriminde kaynak olarak kullanılmaktadır.

Etkinliklerimiz ÖSYM’nin sınavlarda yaptığı yanlış, eşitsiz uygulamaları anlatan ve çözüm önerileri sunan bir bildirinin daha hazırlanmasıyla devam etti. Bu bildirimizi duyurabilmek için 11.06.2010 tarihinde Ankara’da ÖSYM’nin önünde bir basın açıklaması ve eylem yaptık. Eylemin sonunda dilekçelerle ÖSYM’ye başvurduk ve bildirimizi kendilerine sunduk. ÖSYM’den bu dilekçelere verecekleri cevabı bekliyoruz.

Yüksek öğrenimde engelli öğrencilerin yaşadığı sorunların çözümünde aktif rol almayı amaçlayan çalışmalarımızda, aşağıdaki 5 ilkeyi temel alıyoruz:
- Karar mekanizmalarına dahil edilme,
- Ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik,
- İzolasyonla mücadele ve entegrasyon,
- Erişilebilirlik ve engelsiz üniversite,
- Bireysel farklılıklara saygı.

Engelsiz üniversteye doğru yolumuza devam edeceğiz.

Deniz Aydemir
eylemsiz@gmail.com

(Bu yazı 23 Temmuz 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayımlanmıştır.)

16 Temmuz 2010 Cuma

HAYIR DİYEBİLME ÖZGÜRLÜĞÜ

f: Murat ŞEN

Çocukluk dönemi, insanın birey olarak inşaasında temel basamaktır. Bu durumda toplumun, çocuğun ruh ve beden sağlığını koruma ve ona nitelikli bir eğitim verme sorumluluğu ortaya çıkmaktadır. İhmal ve istismar durumlarının çocukluk dönemlerinde sık görüldüğü düşünülürse, bu dönemlerde aileye ve çocuğa verilecek eğitimin kalitesi çocuklarımızın güven içerisinde gelişmesini ve büyümesini sağlayacaktır.

Fiziksel, duygusal, cinsel ve ihmal şeklinde ortaya çıkan istismarın sebeplerinin olumsuz aile yaşantısı, yanlış anne-baba tutumları gibi etkenler olduğu dikkat çekmektedir. Dolayısıyla ailelere çocuklarını yetiştirmeye yönelik anne-baba eğitimi verilmesi önem taşımaktadır. Bu eğitimlerde aileye, çocuğun gelişiminin her alanının birbirini etkilediği; bedensel sağlık, fiziksel ve zihinsel gelişme kadar duyguların, düşüncelerin ve cinsel kimliğin gelişmesine önem verilmesi gerektiği vurgulanmalıdır. Özellikle pek çok toplumda bir tabu olan cinsel eğitim konusunda, gerek eğitimciler, gerekse anne-babalar, çocuğa karşı nasıl bir yaklaşım içinde olacaklarını bilememektedirler. Sağlıklı bir cinsel eğitimin, çocukta kişilik gelişimini olumlu yönde etkileyeceği ve benlik saygısını arttırma yönünde etkileri olduğu bilinmektedir. Bu nedenle aile ve eğitimcilerin farkında olmadan da olsa bu konuda yapacağı hatalar, çocukta onarılması güç duygusal problemlere veya davranış bozukluklarına yol açabilir.

Dünyanın her yerinde tüm çocuklar ihmal ve istismar riski altındadır. Anne-babalar ve eğitimciler çocukların güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Bu sebeple; anne-babalar ve eğitimcilerle birlikte çocukların da kendileri için tehlikeli olabilecek durumların farkına varması ve nasıl hareket edeceklerini bilmesi gereklidir.

Çocukların yaş ve gelişim özelliklerine uygun yöntem ve teknikler kullanılarak, kendilerini tanımaya ve korumaya yönelik etkinliklerin yer aldığı eğitim programları hazırlanmalıdır. Bu programlarda çocuklara; karşılaşabilecekleri tehlikelerin neler olduğu, kendilerini bunlara karşı nasıl koruyacakları, nasıl hayır diyecekleri, güvenli dokunuş (örneğin doktor muayenesi gibi gerekli durumlarda ve sadece güvenilir kişiler tarafından) ile kötü dokunuş arasındaki farkı nasıl ayırt edecekleri, bedenlerinin kendilerine ait ve özel olduğu, istemediği sürece kimsenin kendisine dokunamayacağı ya da öpemeyeceği, yabancılarla iletişim kurarken dikkat etmesi gerekenler, duygularının farkındalığı, yaşamları hakkında karar alma hakları olduğu, önemli ve özel oldukları öğretilmelidir.

Yetişkinler, önyargılardan ve basmakalıp düşüncelerden arınarak çocuklardaki yaratıcı içsel gücün farkına varabilmeli ve çocuğun bir birey olma sürecinde onu anlayarak destekleyici bir tutum içinde olmalıdır. Ancak bu şekilde bağımsız bir kişilik geliştiren, duygularını tanıyan ve ifade edebilen, kendine karşı olumlu duygular besleyen, tehlikelerin farkında olan ve bu tehlikelerle ya da sorunlarla başa çıkmada çözümler üretebilen bireyler yetişmesi mümkün olacaktır.

F. Sema Yalçın

Çocuk Gelişimi ve Eğitimcisi

fsemayalcin@hotmail.com


(Bu yazı 16 Temmuz 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

9 Temmuz 2010 Cuma

KAVAKLIDERE’NİN ENGELLERİ

f: Şennur DEMİRER

f: Nuran KANSU

Daha güzel bir dünya düşünü, yaşadığımız sokaktan, mahalleden ya da kentten başlatmayı amaçlayan Kavaklıderem Derneği, kurulduğu günden beri bu amaca yönelik etkinlikler düzenliyor. “24 Saat Kavaklıderem” fotoğraf çalışması, son 4 yıldır düzenlenen bir etkinlik. Herkesin katılımına açık olan bu etkinlik kapsamında, bir konu başlığı altında ve belirlenen bir gün boyunca Kavaklıdere sınırları içerisinde fotoğraflar çekiliyor, daha sonra bir sergi yapılıyor.
Bu yıl düzenlenen etkinliğin konusu: ENGEL(SİZ). Kavaklıderem Derneği ve AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) işbirliği ile “Herkes için Engelsiz Yaşam” diyen fotoğraf severler, 12 Haziran Cumartesi günü 24 saat boyunca Kavaklıdere semtindeki engelllerin fotoğraflarını çektiler.
Bir grup engelli ve engeli olmayan arkadaşla birlikte biz de bu çekime katıldık. Tahmin edeceğiniz gibi, sokaklarda engel bulmak konusunda hiç sıkıntı çekmedik. Çağdaş bir ülkenin başkentine yakışmayacak öyle çok manzara ile karşılaştık ki. Neredeyse kaldırımların büyük bölümü bozuktu. Tekerlekli sandalyeyi bırakın, engeli olmayan birçok insan için de engellerle dolu sokaklar. Attığımız her adımda karşımıza ya çukurlar çıktı, ya bozulmuş zeminler ve tümsekler, ya da kaldırımın ortasına konduruluvermiş direkler. Pek çok kaldırıma gerekli yerlerde rapma konmuştu ama bu rampalardan kolaysa bir tekerlekli sandalye ile geçin bakalım. Çoğu rampanın önüne yağmur sularının geçişi için oyuklar yapılmıştı, bir kısmı kırık döküktü, hele bir rampa vardı ki görmeye değer; tam önüne logar kapağı konmuştu. Ama bizi en çok şaşırtan rampaların önüne arabalarını parketmiş sürücüler oldu.
Karum’un önünden başladığımız yürüyüş boyunca çeşitli yerlerde engelli araç park yerleri vardı ama buralara engelli araçları değil, başka araçlar park etmişti. Bir kişiyi aracını parkederken yakalayınca ikaz ettik, aldığımız cevap şu oldu: “Ya abla 10 dakika şuraya sakal traşı olup gelicem, idare ediver.”
Kuğulu parkın yanında mola verdiğimiz kafe girişine de rampa yapılmıştı, ama o kadar dikti ki tekerlekli sandalyedeki arkadaşlar yardımla bile o rampadan inmeye çekindiler, merdivenlerden indirilmeyi daha güvenli buldular.
D&R’ın önünden Kuğulu Park’a karşıdan karşıya geçmeyi denedik. Tam bir maceraydı. Ama başardık.
Bankaların para çekme makinelerinden (ATM)yardımsız para çekmeye çalıştık, imkansızdı.
Sonra bir otobüse binme denemesi yaptık. Bir tekerlekli sandalye kullanıcısının kucaklanmadan bir otobüse binmesi münkün mü sizce?
Kaldırım kenarlarındaki mantarlar arabaların kaldırımlara park etmesini engellerken, özellikle görme engellilerin de bu kaldırımlarda yürümesini engelliyor, bunu biliyor muydunuz?
Gerekli gereksiz çaldığınız kornalar, bir CP’li ya da bir ortistik için bir işkence olabilir, bunu biliyor muydunuz? Engeli olmayan insanlar için de sinir bozucu bir durum değil mi bu zaten?
Tüm bu maceraları yaşarken güzel şeyler de oldu elbette. Aslında mesele engelliler ve engeli olmayanlar, biz ve siz değildik. Biz sokakta bunları yaşarken, pek çok insan bizi izledi, bize hak verdi, kimi bilmediğini öğrendiğini söyledi, kimi zaten bildiğini ve bundan sonra daha çok insanı ikaz edeceğini. Biz 24 Saat Kavaklıderem etkinliğine engelleri fotoğraflamak-belgelemek için yola çıkmıştık ama farkına varmadan sokakta uygulamalı bir bilinçlendirme eğitimi vermiş olduk, hem de yüzlerce insana. Sokaktaki insanlara kendimizi anlatmış ve yüzlerce kişi ile yaşadıklarımızı paylaşmış olduk.
Daha da önemlisi, yine farkettik ki, sokaklar nasıl olursa olsun en büyük görev biz engellilere düşüyor, sokaklara çıkmaktan vazgeçmemeliyiz, başka türlü kendimizi anlatma şansımız yok.
Herkes için engelsiz yaşam dileği ile...
ŞULE TÜZÜL
sule.tuzul@isbank.net.tr

(Bu yazı 09 Temmuz 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

2 Temmuz 2010 Cuma

BİZİ ÇILDIRTMAK İÇİN…

f: Şule TÜZÜL

Engelliler konusundaki bilinç ve duyarlılık eksikliği, engellileri zaman zaman çileden çıkaracak sonuçlara neden olmaktadır. Çevremdeki engelli arkadaşlarımla yaşadığımız gerçek olaylar üzerinden bizi çıldırtan şeyleri konuşurken, bilgi ve bilinç eksikliğinden kaynaklanan bu durumların ironik yanlarını da farkettik ve tüm bunları listeleyerek herkesle paylaşmaya karar verdik. listeyi hazırlama aşamasında çok eğlendik. Meğerse bizi çıldırtan o kadar çok şey varmış ki liste uzadıkça uzadı. Bu sayfaya ancak belirli bir kısmını alabildim. Katkı sağlayan tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim. Engellileri çıldırtmak mı istiyorsunuz, işte önerilerimiz;
1- Gördüğünüz her yerde engelli park yerlerine aracınızı parkedin. Sizi uyaran olursa en pişkin halinizle “ben de kafadan engelliyim” deyin.
2- Engelliler ile biraradayken onlara her zaman ne yapmaları gerektiğini söyleyin. Karşı çıkan olursa, siz söylemezseniz onların akıl edemeyeceğini ya da sizden daha iyi bilemeyeceklerini söyleyin.
3- Engellilerin görüntü kirliliği yarattığından şikayet edin.
4- Gece klüplerinin engellilere uygun olmadığını düşünün.
5- Görme engellilerin fotoğraf çekemeyeceğini, resim yapamayacağını söyleyin.
6- Engellilerin yalnız yaşayamayacaklarını düşünün.
7- Çocuğu engelli olan anne babalara konuşma arasında “Böyle yaşayacağına keşke ölseydi” ya da “Siz öldükten sonra ne olacak bunun hali?” deyin.
8- Binaların görüntüsü bozulur düşüncesi ile bina girişlerine ve basamaklı yerlere rampa yapılması konusunda şiddetle muhalefet edin.
9- Rampa yapıyorsanız ölçü ve standartları konusunda kimseye danışmayın, size ve mekanın estetiğine uygun yapın.
10- Birisine kızdığınızda onun için “spastik”, “şizofren” gibi ifadeleri aşağılamak için kullanın.
11- Şirket sahibi ya da bir kurumda yönetici iseniz, engelli personel çalıştırmak konusundaki yasal yaptırımı uygulamayın, engelli personel istihdam etmek yerine ceza ödemeyi daha ekonomik bulun ve ceza ödemeyi tercih edin.
12- Bir engelliyi işe alırken, onun neleri yapabileceği üzerine değil, neleri yapamayacağı, size ne tür sorunlar yaratacağı üzerine düşünün. Neleri yapıp yapamayacağını asla ona sormayın, onun yerine siz karar verin.
13- Eğer biri size az da olsa görebildiğini söylediyse parmaklarınızı açıp ona gösterin ve "bu kaç" diye sorun.
14- Bir engelli size yardıma ihtiyacı olmadığını söylese bile ona ısrarla yardım edin.
15- İşitme engelli çocukların ebeveynleri ile konuşurken “Duymuyor ama çok akıllı maşallah” deyin.
16- Akülü sandalye kullanan bir engelli görünce "aaa kendi kendine gidiyo" deyin.
17- Serebral Palsi’li birine CP’nin ne olduğunu sorun, o anlattıktan sonra bacağına dokunup ısrarla "his var mı?" diye sorun.
18- Misafirliğe gelen bir köre değil de yanındakine "kahve içer mi?" diye sorun.
19- Bir kenarda bekleyen körü zorla karşıya geçirin.
20- Engelli insanların evlenemeyeceğini ve asla bir cinsel yaşamları olmayacağını düşünün, mümkünse bu düşüncenizi her ortamda paylaşın.
21- Körlerin sadece santral memuru olabileceğine inanın.
22- Eğer doktorsanız, iki kulağı için de işitme cihazı ihtiyacı olan hastanıza “bir kafaya tek kulak yeter” diyerek reçetesine tek işitme cihazı yazın.
23- İşitme engelli çocuğunuza, vücuda yabancı bir maddenin girmesi günahtır diyerek implantasyon yaptırmayın. Eğer implantasyon yaptırdıktan sonra günah olduğunu öğrenirseniz, çok zor olan bu ameliyatı bir de implantasyonu geri aldırmak için yaptırın.
24- Engelliler hakkında hiçbir şey öğrenmeyin, çocuklarınıza da hiçbir şey öğretmeyin ki yukarıda yazılanlar nesiller boyu sürsün ve bizi çıldırtmaya devam etsin.

Derleyen: ŞULE TÜZÜL

sule.tuzul@isbank.net.tr

(Bu yazı 02 Temmuz 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)