25 Haziran 2010 Cuma

İLİŞKİLERİMLE BAĞLANDIĞIM DÜNYADA KENDİMLE BAĞIM

f: Murat ŞEN

Öyle engeller var ki aramızda ayrılamıyoruz! Bu engelleri aşıp kendi yaşamlarımız için önemli adımlar atmayarak aşkın sevgiye dönüştüğünü söyleyerek kandırıyoruz hem kendimizi hem birbirimizi. Birbirimizin hayatına müdahale ederken birbirimiz için yaptığımız fedakarlıkları öne sürüyoruz. Yeni bir başlangıca olan umudumuz ve inancımız nerede? Yeni bir başlangıçta bizi korkutan ne? İki insan arasında kurulan bağın başka düzeylerde ve başka yoğunluklarda yaşanabileceği düşüncesi neden bu kadar gözümüzü korkutuyor? İki insandan söz ediyoruz. Olanakları,seçimleri,iradesi olan iki insanın arasındaki bağ ister aşk olsun ister arkadaşlık olsun bir süre sonra bağımlılığa dönüşüyorsa ve bağımlılıklar sonucunda insanlar yaşamlarına ve geleceklerine müdahale edemiyorlarsa bu noktada durmak ve düşünmek gerekir.

Korkularla ya da alışkanlıklarla süren bir ilişkide kendi olmak ve kendini gerçekleştirmek ne kadar mümkün olabilir? Böyle bir ilişkide birbirini duymak ve anlamak ne kadar mümkün olabilir? Bağımlı olmak bir başka deyişle onsuz yapamayacağını düşünmek insanın derinliğini,geleceğini ve bilincini ve elbette dünyayla, başkalarıyla ilişkisini olumsuz anlamda değiştirir. Bağımlı olmak yaşamı o kişiye ya da o nesneye göre sürekli olarak düzenlemek anlamına gelir ki bu durum bir süre sonra bütün dengeleri altüst eder. Kişinin öncelikleri o nesneye ya da o kişiye göre belirleniyorsa öyle engeller oluşur ki kişiyle kendisi arasında!

Duyamayabiliriz. Göremeyebiliriz. Yürüyemeyebiliriz. Bütün bunlar her an her birimizin başına gelebilir. Bu engellerle birlikte yaşamayı öğrenebilir ve bu engelleri aşıp kendimiz olma yolculuğunda ve kendimizi gerçekleştirme sürecinde engelimizden yararlanabiliriz. Kendi kendimizi bağımlılıklarla engelliyorsak ya da birbirimizi bağımlılıklarla engelliyorsak o zaman da öncelikle bu durumun farkına varmalıyız. Nasıl ki hastalığını anlayamayan bir insan doktora gtme gereği duymuyorsa bizler de bağımlılıkların bizi nasıl engellediğinin farkında değilsek müdahale etme gereği duymayız.

Kıskançlık cinayetleri, intiharlar ya da buna benzer olaylar aslında bağımlılığın bize kendi yüzünü göstermeden bir başka deyişle sinsice içimize yerleşmesi ve onu farketmememiz sonucunda gerçekleşmiyor mu? O halde bağımlı olmaya başladığımızı farkeder etmez bu durum için yardım almamız gerekiyor. Bazen biz de farkedemeyebiliriz fakat yakınımızdaki insanlar bu bağımlılığı farkederlerse onların desteklerini arkamızda hissederek gecikmeden müdahale etmeliyiz.

Bu düşüncelerimi ve duygularımı psikoloji alanına ilgi duyan ve bağımlılık konusunda özellikle de ilişkilerde bağımlılık konusunda bazen tükenme noktasına gelmiş bir insan olarak yazıyorum. Murat Şen'in fotoğrafının bana yazdırdıkları dışında içimde yarattığı değişim o kadar önemli ki...Bağımlılığın engellediği bir insandım ama şu anda bağımsızlık mücadelemi veriyorum. Geleceğin derinliklerinden , bilincimin derinliklerinden korkmayarak ve olanak,seçim, irade sözcüklerinin altını çizerek!

İlişkilerle bu dünyada yaşıyor ve bu dünyayı anlıyor hatta seviyoruz:

Postacıya bir gün kendi şiirimi okudum
Bir daha okur musunuz dediğinde afalladım
Afallamak iyidir
Sohbete daldık
Uzun zaman olmuştu
Çok şiir aldı giderken
Çok şarkı bıraktı bana

Yasemin Şenyurt
yaseminsenyurt@gmail.com

(Bu yazı 25 Haziran 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

20 Haziran 2010 Pazar

DEHA ENGEL TANIMAZ!




Kimi doğuştan kimi sonradan, kimi ünlü kimi ünsüz… En büyük dehalardan bazıları engellidir. Engeliliklerinin yanında zeka, vizyon, kararlılık, hayalgücü, yaratıcılık, işi sevmek, cesaret, mücadele etmek vb. gibi kişisel özellikleri de ortak noktalarıdır.

“Thomas Alva Edison“ geçinmek için demiryollarında gazete sattığı dönemde çalıştığı trenin yük vagonunda yangın çıkarınca sinirlenen tren şefi Edison’un kulağına bir tokat atarak onun işitme engelli olmasına sebep oldu. Bu işitme engelli deha daha sonra ampul, gramafon, fonograf gibi buluşlar yapacaktı. “Jan Zizka” bir gözü görmeyen bir generaldi. Kutsal Roma İmparatorluğuna ve Papalık’a karşı savaşırken bir kuşatma sırasında gören gözü de kör oldu. Ancak pes etmedi zafer kazandı. Çünkü haritayı zihnine kaydetmişti ve bölge hakkındaki her detayı hatırlayıp emir vererek savaşmıştı. Görme engelli yazar “Jorge Luis Borges” dünya edebiyatının önde gelen isimi olup Düşsel Varlıklar Kitabı gibi hayalgücünün sınırlarını zorlayan eserler meydana getirmiştir. Arjantin ulusal kütüphanesinin müdürlüğünü yapmıştır. “Stephen Hawking” yakalandığı ALS hastalığı sebebiyle ile tekerlekli sandalyede yaşayan bilimadamıdır. Evrenin kökenini sorguladığı ve açıkladığı teorilerle bilimde çığır açmıştır. Daha önce İsaac Newton’a verilmiş Lucasian Profesörü ünvanı almış olup Albert Einstein’den sonra gelen en büyük fizikçidir. “Ludwing Van Beethoven” dünyanın kabul ettiği en büyük besteci olup günümüzde bile hayranlık uyandıran besteler yaratmıştır. Sonradan işitme engelli oldu. Ancak bu 9. senfoni, Kreutzer sonatı gibi en güzel bestelerini yaratmasına engel olmamıştır! Piyanonun bacaklarını kesti ve titreşimleri duyabilmek için yerde piyano çalmaya devam etti. “Eşref Armağan” doğuştan görme engelli ressam olup “gerçekten görmüş gibi” yaptığı resimler ile bilim dünyasını şaşırtmıştır. İngiliz bilim dergisi New Scientist’in 3 sayfa ayırdığı bu ressamın Harward Üniversitesi’nde çekilen MR’i körlerin görsel hafızaya sahip olabileceğini kanıtlamıştır. “Henri de Toulouse-Lautrec” bedensel engelli fransız ressamdır. Akraba evliliğinden kaynaklanan bir nedenle genetik bir kemik hastalığının yarattığı kırılgan kemikler yüzünden ve tedaviyle boy uzatma çabaları sonucu; her iki bacak kemiklerinin kırılmasıyla kısa boylu kalmıştır. Paris’te Moulin-Rouge adlı eğlence merkezi için çarpıcı tasarım ve devrimci teknikler ile ürettiği reklam afişleri birer sanat eseri olup, dünya sanat tarihine geçmiştir. Afişleri günümüzde grafik tasarım bölümlerinde ders konusu olarak okutulmaktadır. “Helen Keller” on dokuz aylık iken geçirdiği bir ateşli hastalık sonucu görme, işitme ve konuşma yetilerini yitirmesine rağmen bir çok lisan öğrenip, bisiklet, kano, yelkenli ile gezintiye çıkmış, satranç oynamış ve yüksek tahsil yapmıştır. “Hayatımın Hikayesi” adlı kitapta deneyimlerini anlatmıştır. “Louis Braille” geçirdiği bir kaza ile önce bir gözünü, sonra yanlış tedavi ile öbür gözünü kaybetti. Ancak Yaptığı sayısız denemeler ve uzun süren çalışmalar sonunda 1825'de 6 noktadan meydana gelen bir yazı sisteminin, görme özürlüler için en uygun sistem olduğuna karar verdi. Görme engellinin eğitimi kulak yoluyla ve ezberleme yöntemiyle olmaktan çıkıp kitap, dergi, kütüphane gibi unsurlar ulaşılabilir oluyordu. “Braille alfabesi” ile!

Bu örnekler engelliliğin insanın içindeki potansiyeli durduramadığının kanıtlarıdır. Şimdi kendi hikayenizi yaratmaya ya da tanıdığınız bir engellinin başarı hikayesi yaratabileceğine inanmaya hazır mısınız?


Onur Cantimur

Sanat Yönetmeni

onurcantimur@gmail.com


(Bu yazı 18 Haziran 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

11 Haziran 2010 Cuma

KIZIMIZ MEYVAN

f: Nilgün Ertürk

Kimse bilmez ama Meyvan’ın hikayesi bundan yıllar önce annesini ve kardeşini Güneydoğu’da çatışma da kaybetmesiyle başladı ve kızımızın adı bugünlerde “Özgürlük” adı altında yaşam hakkını engellenmesine neden olacak taleplerle gündeme geldi.

1990 yılında bir çatışma sonrasında, annesinin ve kardeşinin cansız bedenlerinin yanında korku ile titreyen yavru ayıyı bulan bir asker adını “Öksüz Kız Çocuğu” anlamına gelen Meyvan koyar ve bakımını üstlenir. O kadar çok sever ki ufak kızı, Ankara’ya izine gelirken onu da getirmek ister ancak askerlerin yer aldığı otobüsün hain bir saldırıya uğraması sonucunda askerimiz şehit düşer ve Meyvan şehit oğlunun emaneti olarak annesine verilir.

Acılı anne, bir tarafta oğlunun emaneti diye eve getirilen yavru ayı, diğer tarafta yürek acısı ve zor koşullar ile ne yapacağını bilemez. Bu zorlu günlerde anne, Meyvan’la ilgilenemez ve Meyvan bir şekilde kaybolur. Daha sonra HAYKOD’a gelen ihbarla gidilen adreste, Ankara’nın kuytu mahallelerinden birinde bulunur Meyvan ve askerin ailesine de bilgi verilerek HAYKOD’un himayesine alınır.

Bir taraftan bakımı devam eden ponpon kulaklı yavru ayı’nın ne olacağını belirlemek için ilgili bütün kurumlarla iletişim kurarak Meyvan hakkında bilgi verilir, ne yapılması gerektiği araştırılır. Ancak dönemin koşulları ve hayvanat bahçesinde yer olmayışı nedeniyle yetkililer Meyvan’ın HAYKOD himayesinde bakılmasında bir sorun olmadığına karar verirler. İşte o gün bu gündür Kızımız Meyvan, yetkili kurum ve kişilerin düzenli olarak yaptığı denetlemelerle ve çok değerli iki bilim adamının hazırladığı objektif raporlarla, yaşam koşullarının son derece uygun olduğu belirlenen yuvasında yaşamaya devam ediyor.

Sonra günlerden bir gün “Boz Ayı” konusunda hiçbir bilgisi, deneyimi olmayan ancak hayvan haklarını savundukları savıyla çalışan bir STK, Kızımız’ın özgürlüğüne kavuşması ve bu nedenle Bursa Karacabey’e götürülmesi gerektiğine karar verir. Bu kararını da -defalarca davet edilmesine karşın- davete icabet etmeyerek yerinde inceleme yapmak ihtiyacı duymayan bir profesörün verdiği raporla birlikte, olayı bilmeyen kişilerle paylaşarak yurtiçinde ve yurtdışında kampanyalar yapmaya başlarlar. Çünkü Türkiye’nin bütün sorunları çözülmüş, hayvanların yaşam haklarının önündeki bütün engeller kalkmış ve 21 yıldır son derece uygun koşullarda bakılan, sağlıklı bir ayıyı naklederek büyük bir başarı elde etmeye karar verilmiştir!!

Doğadan koparılmayan, zorunluluklar sonucunda sorumluluğu alınan, son derece sevgi dolu, vahşi yaşamı bilmeyen ve gözünüzün içine baktığında yüreğinizin ısındığı bir Can’ı yıllardır yaşadığı 300 m2 alandan alarak yaklaşık 5 yıl sürecek rehabilitasyon sürecini tamamlamak için kalacağı 12 m2 beton alana aktarmak isterler. Bilmezler ki esaret altındaki boz ayıların ömrü zaten en iyi koşullarda 20-25 yıldır. Bilmezler ki bu kadar yaşlı bir boz ayının kalbi nakledilmesi sırasında verilecek narkoza dayanamaz. Bilmezler ki bütün zorluklara karşın nakledilse bile evinden ayrılan Meyvan orada beton alanda yaşayamaz. Bilmezler ki doğru adımları atmanın önündeki en büyük engel eksik ve yanlış bilgilerle dolu kararlardır.

Bilmezler ki gerçek başarı, talepler sonucunda yapılacaklar, yasalar, akıl, duygu ve gerçek koşullar birlikte değerlendirildiğinde olumlu sonuç veriyorsa elde edilir. Yoksa yapılmak istenen sadece bir Can’ın yaşam hakkının engellenmesinden öteye gitmez.

Ve bilmezler ki Meyvan başkaları için sadece bir ayı ama bizler için mutlu, sağlıklı ve özgür ruhlu bir kız çocuğudur.

Ve bilecekler ki Kızımızın yaşam hakkının önündeki engellerin giderilmesi için doğruları paylaşmaya ve sonuna kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.

Nilgün Ertürk
HAYKOD
nilgun.erturk@gmail.com

(Bu yazı 11 Haziran 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

4 Haziran 2010 Cuma

ENGEL(Lİ) YOLCU OLMAK…

Türkiye’de ulaşım sektöründe yaşanan aksaklıklar, engelli olmak ne kadar zor ise, engelli yolcu olmanın da bir o kadar zor olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Ne yazık ki her yolculuk ayrı bir maceraya dönüşüyor.

“Acaba başıma bu sefer neler gelecek, bu sefer tekerlekli sandalyemin veya koltuk değneğimin neresi kırılacak?” kaygısıyla başlayan seyahatler, çoğunlukla korkulanın başa gelmesi ile sonuçlanıyor.

“Yürüyemiyor musunuz?” sorusuna hayır cevabını aldıktan sonra “peki hiç mi yürüyemiyorsunuz?” sorusuyla devam eden “meraklı” görevlilerimiz, aynı merakı farklı yolcu gruplarının ihtiyaçlarını öğrenmek ve kendilerini geliştirmek, iyi hizmet vermek adına kullansa daha düzgün bir ulaşım sektörümüz olmaz mı?

Ulaşım koşullarının engellilere uygun olmadığı ve yolcunun güvenliği bahane edilerek, firmaların büyük bir kısmı engellilerin yanında bir refakatçi olmasını şart koşuyor, çünkü olası bir tersliğin sorumluluğunu almak istemiyorlar. Günlük yaşamını tek başına sürdürebilen, ama iş ulaşıma geldiğinde etrafında kendisiyle birlikte seyahat edecek birisi istenen engelliden ne beklenmektedir? Engelli birey, sokaktan birini, onunla yolculuk yapıp sonra aynı vasıtayla geri dönmeye ikna mı etmelidir? Refakatçiye ihtiyaç duyan yolcu elbette refakatçisi ile seyahat edebilir, ancak refakatçiye ihtiyaç duymadığını belirten ve meydana gelebilecek sorunların sorumluluğunu üstlenen bir yolcudan ısrarla refakatçi talep edilmesi, seyahat özgürlüğünün hangi kısmına denk düşmektedir?

Türkiye’de ulaşımı engelliler için zorlaştıran en önemli etkenlerden biri, kara ulaşımının engellilere açık bir sistem olmamasıdır. Türkiye’de hava, deniz ya da demiryolu taşımacılığı değil karayolu taşımacılığı daha çok tercih ediliyor ve engellilere uygun otobüs ne yazık ki yok!

Otobüs terminaline kadar gelmeyi başaran “şanslı” engelli, otobüse binmek için çoğunlukla bir başkasının yardımına ihtiyaç duyacaktır. Yalnız ise, etraftan yardım isteyecek; yardım edenler de engelliyi ya kucağına alarak ya da karga tulumba otobüsteki koltuğuna oturtacaktır. Engelli birey zorlukla otobüse yerleştikten sonra, tekerlekli sandalyesi bagaja yerleştirilmeyecek, “atılacaktır”. Çünkü çalışanlar engellilere olduğu kadar, engellilerin eşyalarına nasıl davranacakları konusunda da bilgi ve bilinç sahibi değildir. Dolayısıyla otobüs ve uçaklarda, valizlerin arasına sıkıştırılan tekerlekli sandalyeler, yanlış yerleştirme ve seyahat yüzünden hasar görmektedir. Yani ulaşım problemleri, bilinçsizlik yüzünden, ulaşım sektörünün dışına çıkarak engellinin günlük yaşamını da engellemektedir! Hâlbuki yapılacak tek şey, o sandalyeyi yerine yerleştiren görevlinin biraz daha duyarlı ve bilinçli davranmasını sağlamaktır.

Yanlış işleyen sistemi düzeltmek yerine hasarı ödemeyi tercih eden anlayış nedeniyle, meydana gelen aksaklıklar düzelmiyor, aksine kalıcı hale geliyor. Dolayısıyla bir kısır döngü oluşuyor. Hizmet sektörü, işini düzgün yapmayıp, yapmadığı işin parasını mağdur ettiği engelliye ödemek yerine, eğitim anlayışının merkezine insan ve hizmeti yerleştirdiği sektör içi eğitimlerle, ulaşımı engellilerin ihtiyaçlarına uygun hale getirse, ülke toplumsal açıdan daha kaynaşmış bir ülke haline gelmez mi?
Düzenlenecek hizmet içi eğitimlere, bizzat sorunu yaşayan farklı engel gruplarından yolcular davet edilebilir, onların birikim ve önerilerini paylaşmaları eğitimin bütünlüğü ve verimliliğini de sağlayacaktır.

Hayatın her alanında olduğu gibi çözüm üretme süreçlerimize insan odaklı yaklaşırsak çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur. Engelsiz yaşam felsefesinin ulaşım sektöründe de hayata geçtiğini göreceğimiz güzel günler dileğiyle…

Can GÜÇLÜ- Gizem GİRİŞMEN
gizemgirismen@yahoo.com
can19guclu94@gmail.com

(Bu yazı 04 Haziran 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)