28 Şubat 2010 Pazar

Hiç konuşmadan anlaşabilir miyiz?


Asıl kızımızın çok hoşuna gitmişti hiç konuşmayan bir sevgili...
Başka Dilde Aşk filmi bu ana tema üzerine kurulmuş. Geçtiğimiz hafta Onur Cantimur'un yine bu köşede çıkan yazısında da değindiği gibi Türkçe alt yazılı ilk Türk Filmi ünvanına sahip. Türkçe Alt Yazı özellikle işitme engeli olan bireylerin izlediği filmleri anlayabilmesi açısından çok önemli.

Filmi ilk izlediğimde, işitme engelli bir gençle bir kızın aşkıydı izlediğim. Çok beğendiğim filmi, etrafımda izlemek isteyeceğini düşündüğüm başka arkadaşlarımla tekrar izlemeye gittiğimde, bu defa sadece bir işitme engelinden ve engel tanımayan aşkından bahsetmediğini fark ettim. Film, başlı başına sahip olduğumuz ön yargılarımız, duygusal engellerimizle bezenmiş de farkına varabilmem için iki defa izlemem gerekiyormuş.

Ana karakteri oynayan erkek oyuncu film gereği işitme engelli. Fiziksel bir engeli var, bu engeli aşabilmek için elinden geleni yapıyor. Tek başına bir yaşam kurmuş, ayaklarının üzerinde durabiliyor. Kız arkadaşı olan karakter ailesinden ayrı tek başına bir yaşam mücadelesi içerisinde. Asıl kızımızın eski sevgilisi terk edilmişliği bir türlü hazmedememiş, bu duygusal engeli aşmak yerine etrafına ve ilişkilerine zarar vermekle meşgul. Aynı zamanda iş yerinde kötü bir yönetici, bu engeli de bir türlü aşamıyor. Alt komşuları ve aynı zamanda ev sahipleri olan iki kardeşten erkek olanın bir engeli var. Travmatik bir olay sonucu tüm güvenini yitirmiş ve eve kapatmış kendisini. Neredeyse hiç bir beklentisi yok denebilir hayattan, ta ki bir gün ana karakterdeki kız oyuncunun sokakta yapayalnız kaldığını görene dek. Beklentilerinin nasıl harekete geçip, engel tanımadığına tanık oluyoruz bu sahnede.

Gerçek engel olarak bildiğimiz ve kabullendiğimiz “işitme engeli” filmde gördüğümüz ana karakterde mevcut. Kısacası engellerine mahkum olanların ve engel tanımayanların hikayesini anlatıyor bize bu film. Aslında bir çok filmde sunulan pasajlarla baş başa da bırakıyor, ne niyetle izlediğinize bağlı.


Yönetmen İlksen Başarır'ın da dediği gibi; önce kendi engellerimizden sıyrılmalı ve tüm duyularımızı hayatımızın içine katarak hissedemediklerimizi, engellediklerimizi hayatın içine katabilmeliyiz.

Filmden sonra kendi engellerime baktım. Ne çoktular! Gerçekten de filmde canlandırılan karakterler üç aşağı beş yukarı bendim ve bizdik. Bazen aslında gerçekten duyma özürlüyüz; dinlemeyi unuttuğumuz anlarda. Bazen gerçekten duygusal engelliyiz; bir şeyleri yanlış hissettiğimiz zamanlarda. Bazıları beynimizin bize oynadığı oyunlar iken, bazıları ise tamamen kendimizden kaynaklanan bohemliğimiz. Bütün bunların kaynağı biz iken değiştirmememiz ise biz "düşünen hayvanlar" için çok düşüncesizce bir tutum.

Bütün bunları düşünürken elektronik posta kutuma şöyle bir e-posta düşüyor:
Bir haftanın yorgunluğundan sonra baba Pazar sabahı kalkmış eline gazetesini almış ve akşama kadar oturup dinlenecek olmanın keyfini çıkartmaya başlamış. Ama baba bunları düşünürken oğlu yanına gelerek kendisini parka götürmek için geçen hafta söz verdiğini hatırlatmış. Canı hiç dışarıya çıkmak istemediği için bir bahane bulup evde oturayım, dinleneyim, diye düşünmüş. Birden gazetenin promosyon olarak verdiği dünya haritası gözüne ilişmiş. Bu haritayı hemen parçalara ayırmış ve oğluna uzatmış: “bu haritayı birleştirebilirsen hemen gidelim parka", demiş. Ardından da içinden derin bir oh çekmiş: "dünyanın coğrafya profesörlerinden birini getirsen yine de toplayamaz bunu, iyi akıl ettim", diyerek sevinmiş. Aradan 10 dakika geçmeden çocuk koşarak babasının yanına gelmiş. Baba haritayı düzelttim parka gidebiliriz demiş. Adam önce inanmamış ve görmek istemiş. Görünce de şaşırarak nasıl yaptığını sormuş. Çocuk demiş ki: “bana verdiğin haritanın arkasında insan resmi vardı, İNSANI DÜZELTİNCE, DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELDİ."
Kamuran Feyzioğlu
kamuranfeyzioglu@gmail.com

(Bu yazı 26 Şubat 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

20 Şubat 2010 Cumartesi

OLMAZSA OLMAZ TÜRKÇE ALTYAZI


İnsanlığın en önemli icatlarından biri olan yazı sayesinde bilgiler, hikayeler, olaylar vb. sözün geçiciliğine bırakılmayıp “ölümsüzleştirilmiştir”. Dünya kültür mirasının “baş aktörü” olan yazı işitme engellilerin en büyük yardımcısıdır.

İşitme engelli, kültürel gelişimini “görmeye” yani yazıya borçludur. Kitap, gazete vb. okuyarak “görsel yoldan” kültürel ihtiyacını giderir. Ancak sinema, tv ve dvd gibi alanlarda engelle karşılaşır: işitme. Konuşmaları anlamayıp “altyazı” olmadığı için yararlanamaz. Oysa ki işitme engelliler de bir “pazardır”. Bir “müşteridir”. Çalışıp para kazanmaktadırlar. Altyazı olmadığı için Türk filmlerine gitmemekte, Türk dizilerini izlememektedirler. Neden yerli yapımlardan, kendi kültürlerinden uzak kalsınlar? Neden sinemacı ve televizyoncu engelliler sayesinde daha fazla gelir, reklam kazanmasın?

Sinema Destekleme Kurulu'nun 21 Nisan 2009 tarihinde Ankara'da gerçekleştirilen toplantısında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Türkçe altyazı” seçeneği kullanılması yönünde aldığı karar “tavsiye” niteliğinde olduğu için yapımcılar filmlerine Türkçe altyazı koymamakta, işitme engelliler de izleyememektedir. Oysa ki altyazı basit bir çalışma olup maliyeti düşük, yapım süresi kısadır! Filmdeki tüm diyalogların dökümü yapıldıktan sonra, bir görüntü işleme programında negatif veya pozitife basılarak, ‘post prodüksiyon’ şirketine referans olması için filmin üzerine yerleştirilir, alt yazının negatif ‘master’a mı, her bir pozitif kopyaya tek tek mi basılacağı kararı verilir. Dijital ortamda ‘spotting’ (yerleştirme) yapabilen bir yazılımla yapılan bu işin ofis çalışması maliyeti, yaklaşık 90 dakikalık bir film için 5000-7000 TL arasındadır, bu altyazının pozitif üzerine lazer baskısı ise film başı 70-90 USD arası değişmekte olup filmin genel bütçesinde çok küçük bir yer kaplamaktadır! Ülkemizde bu işi yapan bir çok ‘post prodüksiyon’ firması vardır. Bu konuda altyazılı Türk filmi “Başka Dilde Aşk” ilk olup engelliler ve engelsizler tarafından büyük bir ilgi görmüş, takdir toplamıştır. Birçok işitme engelli ve aileleri filmin yapımcılarını aramış, ilk defa sevdikleri ile birlikte rahatça altyazılı Türk filmi izlediklerini belirterek teşekkür etmişlerdir.

Türkiye’de maalesef işitme engelliler için Tükçe altyazı seçeneği olmayıp, bazı tv kanallarımız yabancı dizileri altyazılı yayınlamaktadır. İngiltere’de ise BBC kanalı teletext ile altyazı fonksiyonu sunmakta, ABD’de TV'lerin kumandasında altyazı açma fonksiyonu ile tv programlarının altyazılı izlenebildiği belirtilmektedir. Yurtdışında ‘Closed Caption’ adlı bir sistem mevcuttur. Yabancı dillerde altyazı seçenekleri olan Türk filmi DVD’lerinde bile Türkçe altyazı olmaması düşündürücüdür. Bu konuda örnek bir davranış tiyatrocu Yılmaz Erdoğan tarafından gerçekleşmiştir; Yılmaz Erdoğan DVD’lerinde işitme engelliler için Türkçe altyazı yer almaktadır. DVD’de de altyazı maliyeti düşük olup yapımcı ile film dağıtımcı arasında yapılacak anlaşma ile Türkçe altyazı konulabilir. Sinemada ise altyazı maliyetini yapımcı yüklenmektedir. Altyazı tavsiye değil “şart” olmalıdır. Altyazı şartının görüntü estetiğini bozup dikkat dağıttığı gibi eleştiriler ise altyazılı özel seanslar, tv’de belli saatlerde düzenlenerek aşılabilir. Altyazı işitme engellilerin en önemli ihtiyacı olup, Facebook’da bu konuda DEAF HEDEF 50.000 adlı grup kurulmuş, bu grup binlerce üyeye ulaşmıştır. Sonuç olarak yapımcıların filmelerde Türkçe altyazı seçeneğine önem vermeleri hem kendilerinin hem de engellilerin kazanmasına sebep olacaktır.

(Teknik bilgiler için Şükrü Alaçam ve Murat Şenöy’e teşekkürler.)

Onur Cantimur / Sanat Yönetmeni

onurcantimur@gmail.com

(Bu yazı 19 Şubat 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

12 Şubat 2010 Cuma

DİRENİŞ VE DAYANIŞMA ENGEL TANIMIYOR


Fotoğraflar: Hatice Elif Koca

Sakarya Caddesi… Çiçekçileri, barları, balıkçıları, dershaneleriyle bir dönem Ankaralı olan herkesin uğrak yeri değil midir? Bugün ise Tekel işçilerinin haklı direnişine ev sahipliği yapıyor. İşçilerin deyimiyle 4-C Çadır Kenti’ne…Yurdun her köşesinden gelen emekçiler kazanılmış haklarını kaybetmemek için adeta küçük bir Türkiye kurdular Sakarya’ya.

Çadırların arasında yürümeye başladığınızda yoğun bir is kokusu sarıyor çevrenizi, sonra alışıyorsunuz usulca. Ankara’nın soğuğundan korunmak için önceleri variller içerisinde yakılan odunların, sonraları ise direniş uzadıkça Ulus’tan alınan soba bacalarından tüten is, soba üzerlerindeki portakal kabuklarının kokusuna karışıyor…

Kentin girişinde gerçekte de birbirlerine yakın olan Denizli, Aydın ve İzmir çadırları yan yana. İzmir çadırında kadınların çokluğundan mıdır bilinmez, düzenli ve hatta ortadaki çadır demirleri bile hediye edilen çiçeklerle süslü. Direnişin ilk zamanlarında ilk onunla tanışıp, kararlı konuşmasını hayretler içerisinde dinlediğim Zahide Abla, hala diğer direniş kadınları gibi dimdik ayakta ve kararlı.

Biraz ileride Tokat çadırı… Aralarında saz ve darbuka çalan arkadaşları var, hep birlikte eğleniyorlar. Ama aralarda ise neden burada olduklarını unutmayarak hep birlikte ‘’Direne direne kazanacağız!’’ sloganları yükseliyor her çadırdan… Odun getirmeye gitmek için sesini arkadaşlarına duyuramayanlar, çareyi çalgıcıları yanlarına katarak bir düğün alayı misali gidip odun getiriyorlar. Bir süre sonra Tokatlı kadın işçiler hep birlikte kalkıp, Batman çadırına grev sırasında çocuğunu kaybeden Hüseyin beye başsağlığına gidiyorlar… Çadır başsağlığı için gelip gidenlerle dolup taşmış. Hemen karşılarındaki Bitlis çadırına gidip kadın arkadaşları soruyorum, “Tokat çadırına gittiler, hala da dönemediler” diyor birisi... Bitlis çadırından bir işçinin söyledikleri ise hiç unutulmayacak gibi: “Ben ilk kez Ankara’ya geliyorum. Sanırdım ki sadece bizim oralarda insanlar birbirlerine sarılıp öpüşürler, Ankara’dakiler ise tokalaşırlar. Oysa ki burada da insanlar birbirlerine sarılıp öpüşürlermiş meğer.’’

Meğer aynı yurdun insanları birbirimizi ne kadar uzak sanmışız oysa ki ne kadar yakınmışız aslında… Aramızdaki engel sadece kilometrelermiş meğer…

Biraz ileride Trabzonlular horon tepiyor, Diyarbakırlılar ise halay çekiyorlar…Yine hep dışarıda gördüğüm Manisalı işçiler, tenekelerden baca yapmışlar sobalarına. Baretta Abi’nin kızı gelmiş Hilal, el ele oturuyorlar… Her ikisinin gözleri de ışıl ışıl... Hilal’i babasından ayrılırken de görüyorum, ışıl ışıl olan gözleri bu kez göz yaşlarıyla kaplı… Hepsi de çocuklarının geleceği için burda olduklarını söylüyorlar, zaten onların en büyük destekçileri de onları hiç yalnız bırakmayan liseli ve üniversiteli gençler.

Daha da ileride Hatay Altınözü çadırındaki işçi arkadaşlar köylerinden getirdikleri köy mahsulü ürünleriyle kahvaltı yapıyorlar. Hemen sizi de kahvaltılarına dahil ederek anlatmaya başlıyorlar; “bizim oralarda toprak çok bereketlidir, Müslüman’ı, Hristiyan’ı ,Alevi’si, Arab’ı hepimiz bu bereketli topraklarda yıllardır kardeşçe yaşar gideriz” diyorlar. Grev alanına adımınızı attığınız andan itibaren sanki siz misafir onlar ev sahibi. Hemen buyur ediliyorsunuz, o anda ne yenip, ne içiliyorsa, ya da üşümüşseniz, battaniyeleri bile paylaşılmaya hazır.

Direniş süreci nasıl sonlanırsa sonlansın, Tekel İşçileri ve tanık olan bizler ‘’bizden uzak olanın’’ aslında bize ne kadar da yakın olduğunun yaşanarak öğrenildiği, unutanların ise tekrar hatırladığı, inandığımız şeyler uğruna dirençli durmanın verdiği onuru ve dayanışmanın güzelliğini öğreten bir zamanı yaşamakta olduğumuzu artık biliyoruz.


Hatice Elif Koca
efkoca@yahoo.com.tr

(Bu yazı 12 Şubat 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

5 Şubat 2010 Cuma

ÇENGEL KAFE

Fotoğraf: Nuran KANSU

Çengel Kafe’den bahsettiğim birçok kişi “Hiç yabancı gelmedi. Yeri neredeydi?” diye sorarken zihinlerinde şehrin sokaklarında dolaşarak kafenin yerini bulmaya çalışıyorlar. Sonra hiç akıllarına gelmeyen, “Çankaya Belediye’sinin arka bahçesinde” yanıtını alınca gözlerinde soru işaretleriyle bana bakıyorlar.

Kafe deyip geçemeyeceğiniz, engellerin aşılabileceğini bir kez daha kanıtlayan mutlu ve sıcacık bir mekan Çengel Kafe.

Kafe, Türkiye’de kendi bünyesinde “Engelliler Müdürlüğünü” oluşturan ilk belediye olarak tanınan Çankaya Belediyesi tarafından, toplumun engelli bireylerini hayata dahil edebilmek, engellilerin ve ailelerinin sorunlarına çözümler bulabilmek ve her vatandaş gibi engellilerin de toplum içinde hak ettikleri yeri alabilmelerini sağlamak amacıyla 2005 senesinde açılmış.

Zihinsel engelli bireylerin mesleki ve sosyal rehabilitasyonunu sağlamak amacıyla açılan kafede, yaşları 20- 40 arası değişen, üçü down sendromlu olmak üzere eğitilebilir zihinsel engelli 14 genç çalışmaktadır.

Projenin sürdürülmesini sağlayan proje sorumlusu, Sosyal Hizmet Uzmanı, Nilay Oğultürk ile eğitim programının uygulanması ve denetlenmesinde görevli, Çocuk Gelişim Uzmanı, İlknur Gündüz, Çengel Kafe’de yapılan çalışmalar ve aşılan engellerden sevinç ve gururla bahsederlerken gözleri parlıyor. Kafedeki gençlerle olan olumlu iletişimleri, sağladıkları sevgi, güven ve neşe dolu ortam, onların sadece bilgi ve deneyimlerini değil aynı zamanda yüreklerini de bu işe koyduklarını gösteriyor.

Her gün saat 8:00-17:00 arası herkese açık olan kafede çalışan gençler, servis yaparlarken pek çok insanla iletişime geçiyorlar. Gençler toplumla kaynaşırken diğer yandan engelli gençlerin toplum tarafından tanınıp anlaşılması da sağlanıyor. Gençlerin daha aktif olabilmeleri ve sosyal becerilerini geliştirmeleri için tiyatro, sergi, konser, sinema, spor, gezi ve yaz aylarında doğa kampları gibi pek çok sosyal etkinlik de haftalık programlarında yer alıyor.

Proje, gençlerin ilgi alanlarını ve yeteneklerini keşfetmeye yönelik hazırlanmış sosyal etkinliklerle kendilerini tanımalarına ve bu doğrultuda deneyim ve becerilerini geliştirmelerinde onlara yardımcı oluyor. Bunun için gençler drama-tiyatro, halk dansları, fotoğraf, ebru sanatı ve spor programlarına katılmakta ve çalışmalarının sonuçlarını sergi ya da gösteriler şeklinde sunmaktadırlar.

Proje, Sağlıklı Kentler Birliği tarafından düzenlenen yarışmada 40 proje arasından “Özel Teşvik Ödülü” ve daha sonra da Sağlık Yöneticileri Derneği’nin “Yerel Yönetimlerde Sağlık Hizmetleri Kongresinde” birincilik ödülü almış. Gerek tanıtım ve örnek olması amacıyla gerekse gelecekte yeni proje ve çalışmalara ışık tutması açısından, Çengel Kafe, engellilerle ilgili mesleklerde çalışanlara, üniversitelerin ilgili bölümlerine, yapacakları araştırma, çalışma ve gözlemlere imkan verecek bir mekan olmuş her zaman.

Sorumlu arkadaşların yanından ayrılıp kafedeki yeşil örtülü masalardan birine oturarak ısmarladığım çay ve kaşarlı tostumu beklerken, çalışma önlüğü masa örtüsüyle aynı renkte olan bir arkadaş yapıyor servisi. Kafede işlerin kolay yapılabilmesi için gençler arasında görev paylaşımı renklerle düzenlenmiş. Turuncu, yeşil ve mavi renklerin kullanıldığı kafede masaların örtüleri ile gençlerin çalışma önlükleri aynı renklerde. Herkes sorumlu olduğu masaları üzerindeki çalışma önlüklerinin renklerine göre biliyor. Mavi önlüklüler mavi, turuncu önlükler turuncu ve yeşil önlüklüler yeşil masalara hizmet veriyorlar

Bu sıcacık atmosferi yaşamak için Ziya Gökalp Caddesi, No:47, Kolej-Ankara adresinde Çengel Kafeyi ziyaret edebilirsiniz. Tel: 0312 458 89 00/35 92

Nuran Akkılıç Kansu nuran@oncecocuklar.com
(Bu yazı 05 Şubat 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)