14 Mart 2010 Pazar

İsyanlarım Bitti



Ona burada rastlamasaydım asla zihinsel engelli diyemezdim. Son derece düzgün giyinen, sözcükleri düzgün ve yerinde kullanan bir genç Emre. Her karşılaşmamızda hal hatır sorup, mutlaka tokalaşıyoruz. Atladığı hiç bir ayrıntı yok. Hani neredeyse kampüs Emre’den soruluyor. Kim nerede ne yapıyor; Emre’ye sorun bilgi versin.

Çok uzun zamandır fotoğraf çekip sohbetler ediyoruz. Babası ile olan olağanüstü güzel ilişkisinden, annesiyle sohbetlerinden ve henüz 13 yaşındaki kızkardeşinden bahsediyor sıkça.

Gözlerinin içi gülüyor bunları anlatırken, gözlüklerinden görüldüğü kadarıyla. Hani şişe dibi dedikleri cinsten, kalın camlı gözlüklerden kullanıyor Emre. Fotoğraf çekerken zorlanması da bu yüzden.

Hala ve dayı çacuklarının evlenmesi ile başlamış her şey. “Hala ben bu kızla evleneceğim!” diye tutturulan süreç, evlilikle sonlanmış. Evliliğin ilk yılında Emre doğmuş. Anne hastane odasında kucağına aldığında ilk fark ettiği, Emre’nin el parmakları olmuş. “Sayıyorum sayıyorum altı çıkıyor” diyor sohbetimizde. “Sonra ayak parmaklarına baktım, onlar da her sayışta altı çıktı. Yanımda doğum yapan kadının annesine saydırdım sonra. O da ‘altı kızım parmaklar, ne mutlu size, çok yetenekli bir çocuk olacak’ deyince başımdan aşağıya kaynar sular döküldü” diyor.

Babası Emre’yi ilk gördüğünde durumu o an kabullenemiyor. Hiçbir şey demeden yavaş yavaş Emre’den ve evden uzaklaşmalar başlıyor. Ardından yıllarca süren içkili geceler, kumarlı günler, evden kopuşlar sürüyor. Annenin üzerine yıkılmış bir çocuk, iki yıl sonra nasıl olduğunu bile bilemediği bir çocuk ve iki ay sonra yeni doğan bebeğin ölümü ile süren bir yaşam. Emre’nin iki-üç yaşına kadar yürüyüp konuşamaması annenin dikkatinden kaçmıyor ama herkesin başında bu tür bir yaşanmışlık geçtiği için bir süre daha beklemeler. Eve hiç gelmeyen bir baba, parasızlık, işsizlik…

Yıllar süren isyanlar isyanlar. Okul çağına gelmeden önce el ve ayaklarından ameliyatlar ve bu yetmezmiş gibi bir de kalp ameliyatı sıkışıyor 6 yıllık ömrüne. Artık Emre elleri ve ayakları ile de okul çağına hazır bir çocuk oluyor.

Emre’nin okul zamanı geldiğinde diğer çocuklar gibi devlet okuluna kaydı yapılıyor. Öğretmeni, okuma yazması için Emre’ye özel çaba sarfediyor. Anne “sırf öğretmeni daha fazla ilgilensin diye öğretmeniyle aynı apartmana taşındık” diyor. “Ben evin tüm işini yaparken öğretmeni de Emre’yle özel olarak ilgileniyordu”. Ama tüm çabalar boşa çıkıyor. Emre öğretileni hemen unutuyor. Üstelik gözlerinde de bir problem olduğu ortaya çıkıyor. Göz doktoru bundan sonraki yaşamında görme yetisinin yavaş yavaş azalacağını, bir süre sonra da yok olacağını söylüyor.

“Ardı ardına gelen yıkımlar isyanlarımı bitirdi” dedi usulca. Yapacak, isyan edecek bir şey kalmamıştı artık. Yolumuza böyle devam edecektik. Yaşadığı sürece Emre’ye elimizden gelen bütün olanaklarımızı kullandırıp sevgimizi vererek.

Baba da yavaş yavaş eve gelmeye başlamış, oğlunu kucaklar olmuştu. Aile yeniden toparlanmaya başlamış ve güçlükler aşılmaya çalışılıyordu.

Emre kaynaştırma eğitimi sonrası aslında çok da mutlu olmadığı şimdiki okuluna başlamış. Aile sırf Emre için evlerini Gölbaşı’nda okulun tel örgülerinin dibindeki siteye taşımıştı.

Hafta sonlarını iple çeken Emre, babası ile Gölbaşı’nda göl kenarında geziler yapıyor ve şimdilik görebildiği hayatın tadını çıkartmaya çalışıyor.

Yaşamın ağırlığı paylaşıldıkça hafifliyor. Emre’nin bizim bakışımızla zor olan yaşamı, Emre için zor değil. Çünkü o mutlu olmayı ve yaşadığı anlardan keyif almayı pek çok insandan daha iyi biliyor. Onun engeli zihni değil, biziz ya da bizlerin yarattığı yaşamlar. Eğer paylaşabilirsek yaşam hepimiz için daha engelsiz olabilecek. Emre’ler ne kadar engelliyse, toplum olarak bizler de en az onun kadar engelliyiz.


M. Mebrur HATUNOĞLU
mebrur@gmail.com

(Bu yazı 12 Şubat 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder