12 Şubat 2010 Cuma

DİRENİŞ VE DAYANIŞMA ENGEL TANIMIYOR


Fotoğraflar: Hatice Elif Koca

Sakarya Caddesi… Çiçekçileri, barları, balıkçıları, dershaneleriyle bir dönem Ankaralı olan herkesin uğrak yeri değil midir? Bugün ise Tekel işçilerinin haklı direnişine ev sahipliği yapıyor. İşçilerin deyimiyle 4-C Çadır Kenti’ne…Yurdun her köşesinden gelen emekçiler kazanılmış haklarını kaybetmemek için adeta küçük bir Türkiye kurdular Sakarya’ya.

Çadırların arasında yürümeye başladığınızda yoğun bir is kokusu sarıyor çevrenizi, sonra alışıyorsunuz usulca. Ankara’nın soğuğundan korunmak için önceleri variller içerisinde yakılan odunların, sonraları ise direniş uzadıkça Ulus’tan alınan soba bacalarından tüten is, soba üzerlerindeki portakal kabuklarının kokusuna karışıyor…

Kentin girişinde gerçekte de birbirlerine yakın olan Denizli, Aydın ve İzmir çadırları yan yana. İzmir çadırında kadınların çokluğundan mıdır bilinmez, düzenli ve hatta ortadaki çadır demirleri bile hediye edilen çiçeklerle süslü. Direnişin ilk zamanlarında ilk onunla tanışıp, kararlı konuşmasını hayretler içerisinde dinlediğim Zahide Abla, hala diğer direniş kadınları gibi dimdik ayakta ve kararlı.

Biraz ileride Tokat çadırı… Aralarında saz ve darbuka çalan arkadaşları var, hep birlikte eğleniyorlar. Ama aralarda ise neden burada olduklarını unutmayarak hep birlikte ‘’Direne direne kazanacağız!’’ sloganları yükseliyor her çadırdan… Odun getirmeye gitmek için sesini arkadaşlarına duyuramayanlar, çareyi çalgıcıları yanlarına katarak bir düğün alayı misali gidip odun getiriyorlar. Bir süre sonra Tokatlı kadın işçiler hep birlikte kalkıp, Batman çadırına grev sırasında çocuğunu kaybeden Hüseyin beye başsağlığına gidiyorlar… Çadır başsağlığı için gelip gidenlerle dolup taşmış. Hemen karşılarındaki Bitlis çadırına gidip kadın arkadaşları soruyorum, “Tokat çadırına gittiler, hala da dönemediler” diyor birisi... Bitlis çadırından bir işçinin söyledikleri ise hiç unutulmayacak gibi: “Ben ilk kez Ankara’ya geliyorum. Sanırdım ki sadece bizim oralarda insanlar birbirlerine sarılıp öpüşürler, Ankara’dakiler ise tokalaşırlar. Oysa ki burada da insanlar birbirlerine sarılıp öpüşürlermiş meğer.’’

Meğer aynı yurdun insanları birbirimizi ne kadar uzak sanmışız oysa ki ne kadar yakınmışız aslında… Aramızdaki engel sadece kilometrelermiş meğer…

Biraz ileride Trabzonlular horon tepiyor, Diyarbakırlılar ise halay çekiyorlar…Yine hep dışarıda gördüğüm Manisalı işçiler, tenekelerden baca yapmışlar sobalarına. Baretta Abi’nin kızı gelmiş Hilal, el ele oturuyorlar… Her ikisinin gözleri de ışıl ışıl... Hilal’i babasından ayrılırken de görüyorum, ışıl ışıl olan gözleri bu kez göz yaşlarıyla kaplı… Hepsi de çocuklarının geleceği için burda olduklarını söylüyorlar, zaten onların en büyük destekçileri de onları hiç yalnız bırakmayan liseli ve üniversiteli gençler.

Daha da ileride Hatay Altınözü çadırındaki işçi arkadaşlar köylerinden getirdikleri köy mahsulü ürünleriyle kahvaltı yapıyorlar. Hemen sizi de kahvaltılarına dahil ederek anlatmaya başlıyorlar; “bizim oralarda toprak çok bereketlidir, Müslüman’ı, Hristiyan’ı ,Alevi’si, Arab’ı hepimiz bu bereketli topraklarda yıllardır kardeşçe yaşar gideriz” diyorlar. Grev alanına adımınızı attığınız andan itibaren sanki siz misafir onlar ev sahibi. Hemen buyur ediliyorsunuz, o anda ne yenip, ne içiliyorsa, ya da üşümüşseniz, battaniyeleri bile paylaşılmaya hazır.

Direniş süreci nasıl sonlanırsa sonlansın, Tekel İşçileri ve tanık olan bizler ‘’bizden uzak olanın’’ aslında bize ne kadar da yakın olduğunun yaşanarak öğrenildiği, unutanların ise tekrar hatırladığı, inandığımız şeyler uğruna dirençli durmanın verdiği onuru ve dayanışmanın güzelliğini öğreten bir zamanı yaşamakta olduğumuzu artık biliyoruz.


Hatice Elif Koca
efkoca@yahoo.com.tr

(Bu yazı 12 Şubat 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder