9 Nisan 2010 Cuma

Kanadı kırık kuş

fotoğraf: Mebrur Hatunoğlu

“İnsanoğlu kanadı kırık kuş” diye başladı sözlerine. Yüzünde bunca yılın yorgunluğu ile.

“İnsanoğlu kanadı kırık kuş olmasaydı geriye dönerdim” dedi. Tam kırk bir yılın ardından.

Biri kırk diğeri otuz sekiz yaşında olan iki zihinsel engelli çocuk yetiştirmişti. Elli dört yıllık yaşamına tüm bunları sığdırmanın kırgınlığı, olgunluğu ve gururuyla konuşuyordu.

On üç yaşında, annesinin zoruyla Yozgat’a gelin gitmişti Çorum’dan.

-O zamanlar çocuklar bu kadar sevilmiyordu galiba, dedi, yoksa bile bile teyzemin oğluyla evlendirmezlerdi.

Hemde “deli” oğluyla.

-Bilmiyordum kimdi, neydi hiç görmemiştimki...

-Evlendik, tam 12 yıl ağladım hiç durmadan, bir evin bir oğluydu ama çocuktu o da.

-Benden 3-4 yaş büyüktü, diye devam etti.

Ne iş yapardı, nasıl geçinirdin diye sorunca yüzünde buruk bir tebessümle;

-Köyün delisiydi dedim ya, ne yapacak, boş boş gezerdi, dedi sesi titreyerek.

Geçmişine geri döndürdüğüm için birden irkildim. Acılarını, utanmışlıklarını, kanadı kırılmışlığını hatırlattığım için hem irkildim hem utandım kendimden.

-İlk çocuğum Sultan doğdu. Köy yeri bilemedik ki ne olduğunu, babası gibi dediler, arkasından İbrahim ve arkasından bir tane daha.

-Çok şükür sonuncusu iyi akıllı, dedi.

-Hemde çalışıyor, dedi gururla.

-Yozgat’ın içinde sekiz yıl kaldık. Dayanamadım, bababamların yeni taşındıkları Ankara’ya geldim bin bir zorlukla. Kayınbabamdan habersizce, önce İbrahimi’mi yolladım akrabamın yanına koyup Ankara’ya. Sonra da doktorlar beni de çağırıyor diyerek iki çocuğumu da alıp kendim geldim. Körler okuluna müracaat ettik bilmeden. Onlar da bizi Etlik’te bir okula yolladılar. Çocukları görür görmez okula aldılar. Kayınbabamın tüm ısrarına rağmen bir daha dönmedim Yozgat’a.

-‘Evsiz işsiz ne yapacaksın buralarda?’ deyince çocuklarla birlikte içeri girip, ‘Sizin bir temizlikciye ihtiyacınız yok mu?’ diye sordum ve hemen o gün işe başladım.

-Tam 33 yıldır bu işteyim. Çocuklar büyüdü, onların evi de burası artık. Üç çocuk, ben çocuk ve eşim çocuk. Beş çocuk birlikte büyüdük. 12 yıl ağlayarak dört çocuk büyüttüm. Eşim öldü kayınbabamla kaynanama da ben baktım. Zaten ilk günden beri beni çocuklarına bakayım diye almışlardı. Sonra bize biraz olsun destek olan kayınbabam da öldü ve ben yatalak kaynanamla kaldım. 5 yıl süresince altını temizleyip karnını doyurduğum ve oğlunun ölümünden sonra unutkanlıkları başlayan kaynanamla. Beş altı yıl önce o da rahmetlik oldu.

-Bazen tanrı beni sınıyor diye düşündüm, bazen için için ağlayarak, bazen de lanetler ederek geçti günlerim. Ta ki emekli olana dek. Emekli oldum ama hala buradayım ve buralarda öleceğim galiba. Her sabah servisle iki çocuğumu alıp okula geliyorum. Akşamları da kayınbabamın ölmeden önce aldığı evimize gidiyoruz.

-İki çocuğum ve ben vakıfta mutluyuz. Bir oğlum çalışıyor zaten. Hep birlikte yıllar sonra yılların yükünden kurtulmuş sıcacık yuvamızdayız.

-Artık çok da bir derdimiz kalmadı; bir evimiz ve kanatlarımız var artık. Sultan ve İbrahim kanatlarım oldu, diğer oğlum evimizin direği. Bundan başka ne ister ki bir insan, dedi fısıltıyla.

Bütün konuşmamız süresince dalgalanan duygularım kimi zaman boğazımda bir şeyler düğümledi, zaman zaman da yüreğimde fırtınalar kopardı.

Yanından geçip gittiklerimizin, ötekileştirdiklerimizin yaşamımıza kattıkları her şey için teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız ve iyi ki bir yerlerde yaşamlarımız kesişiyor.

Yazı ve Fotoğraf: M.Mebrur HATUNOĞLU

mebrur@gmail.com


(Bu yazı 09 Nisan 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır. )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder