16 Nisan 2010 Cuma

SIRADAN OLMAK ÖZELDİR



Doğuştan engellenmiştim. Beynimde hasarla doğmuştum. Bedenimle yapabildiklerim oldukça sınırlı, beynimle yapabildiklerim ise alabildiğince sınırsızdı. Kısıt sevmeyen ruhum ailem tarafından da desteklenince, kendi bildiği yolda yürüyen biri haline gelmiştim. Okula başlamak istediğimde, “Bu çocuk gerizekâlı, hiçbir zaman normal okula gidemez.” diyen pek bilgili(!) profesör doktora bile aldırış etmemiştim.
Arkadaşlarım gibi, ben de üniversite sınavına hazırlanıyordum. Okula, dersaneye, tedaviye gidiyordum. İdeallerime erişmek için aşmam gereken en önemli ve en zorlu kapıda olduğumun bilinç ve heyecanı, yorgunluğumu unutturuyordu. Sınav başvurusu tarihi geldiğinde, dersanedeki matematik öğretmenimin bir uyarısı oldu: “Betül, sınav için yardımcı istemen gerekir”. İtiraz ettim. Birçok sınava girmiştim; parasız yatılı sınavları, Fen Lisesi sınavı, dersane sınavları. Anadolu Lisesi sınavının ilk basamağını, dersaneye bile gitmeden kazanmış bir öğrenciydim ben. O güne kadar, “sınavda yardımcı” kavramından haberim bile olmamıştı. Üniversite sınavının diğerleri gibi olmadığını, geleceğimi doğrudan etkileyecek bir sınav olduğunu, hakkımı yedirtmemem gerektiğini anlattı. Haklıydı; ama, “herkes gibi başarabileceğini kanıtlamak” için bıkmadan usanmadan çalışan birinin yardım kabul etmesi kolay mıydı?
1994 yılında ODTÜ matematik bölümünden mezun olup, bir kamu kuruluşunda bilgisayar programcılığı yapmaya başladım. ODTÜ’ye ne zaman gitsem, hocalarımın sevgi ve gururlarını okurum gözlerinden.
Yıllar sonra karşılaştım “kaynaştırma eğitimi” kavramı ile. “Engellilere özel” olmayan okullara giden engellilerin aldığı eğitimi tarif eden bir tanım olduğunu sandım önce. Sonra anladım ki, benim aldığım eğitim “kaynaştırma” değildi. “Normal” okula gitmekle kalmamış, “normal” eğitim almayı da başarmıştım. Herkes gibi olduğumu kanıtlayabilmiştim.
Temmuz ayında, lise arkadaşlarımla bir akşam yemeği yedim. Arkadaşlarımın yanında kendimi ne denli rahat ve mutlu hissettiğimi anlatabilecek kelime bulamıyorum. Ne kadar iyi kaynaşmışız ki, 20 yıl sonra biraraya geldiğimize bu kadar sevindik.
Çocukları kaynaştırmaya çabalayanlara şaşıyorum doğrusu; hemen kaynaşırlar zira. Acımasız da değildirler. Ben çocukken, benim çocuk arkadaşlarım öyle içtenlerdi ki. Acımasızlık olarak nitelenen çocuk yaklaşımlarını, doğal ve şirin buluyorum.
Geçtiğimiz yıllarda ısrarla gündeme taşınan kaynaştırma eğitimi hakkında olumsuz öngörülerim vardı. Bugünlerde, uygulaması hakkında duyduklarım, öngörülerimin gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor. Engelli öğrenciler Milli Eğitim’e başvuruyormuş, kaynaştırma eğitimine mi, özel eğitime mi ihtiyaç duyduklarına karar veriliyormuş; o karara göre bir okula gidiyorlarmış. Böyle bir uygulama, ayrımcılıktır. Engelsiz öğrencilerin okul seçme hakkı varken, engelli öğrencilerin seçme hakkının olmaması kabul edilemez bir durumdur. Üstelik, kaynaştırma eğitiminde dikkat edilecek hususlar arasında, “Çocuğu normal hale getirmek değil de, yeteneklerini en iyi şekilde kullanmalarını sağlamak en önemli hedef olmalıdır”* diye bir madde var. Temel eğitimi yetenekler ya da yetiler ile sınırlamak, -hele ki bu yeti ve yetenekleri somutlaştırmak mümkün değilken- bu çocuklara yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Okula gitmek, hayata hazırlanmak demektir. Bir insanı hayat boyu koruyup kollamak mümkün değilse, –ki değildir- okulda korumak ve/veya eksik yetiştirmek âdil midir?
http://okulweb.meb.gov.tr/35/02/959733/dokuman%20arsivi/Kaynatrmaeitiminedir.doc *

A. Betül Can
asubetcan@yahoo.com

(Bu yazı 16 Nisan 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder