30 Ocak 2010 Cumartesi

İLKBAHARDA SONBAHARI YAŞAMAK


Fotoğraflar: M. Mebrur HATUNOĞLU

Bir çocuk doğar bin çiçek açar, bir çocuk doğar bin koku yayılır evrene, evlerimize... Renktir çocuklar kokudur; kısaca bahardır çocuklar. Yaşamımızın renkli baharları...

“Gence” doğduğunda, CENGİZ ailesinin evlerine baharın renkli, rengarenk kokulu dalları girdi. Çiçekler doldu evlerine, bahar doldu... Annesinin kollarında mutlu ve sağlıklı bir bebekti Gence...Arıların bile konmaya, dokunmaya kıyamadıkları bir çiçek bebek... Artık evlerinde iki çiçekleri vardı, rengarenk iki çiçek...

Zaman hızla geçiyor, sağlıklı ve mutlu bir bebek olarak Gence de büyüyordu. Altı aylık olmuştu. Bir yerlere tutunup ayaklarının üzerinde durmaya başlamıştı bile. Etrafına gülücükler saçarak büyüyordu ve hep gülüyordu. Her yer, her şey ilkbahardı, ta ki birgün annesinin Gence’de bir değişiklik görmesine kadar...

Apar topar gidilen ve Gence’nin doğumu dahil tüm süreci bilen doktor, bu kadar sağlıklı bir çocuğa hastalık konduramadı. Mutlu ve sağlıklı bu çocukta bir hastalık olamazdı, olmamalıydı .

Ama yapraklar sararıyordu. Ne çiçekler eskisi gibi renkliydi, ne bahar eski kokusunu yayıyordu artık. Gidilen doktorlar, hastahaneler, koşuşturmalar sonuçsuz kalmıştı. Gence ............... di. Ve yapılacak hiç bir şey yoktu . Sonbahar başlamıştı. Sarı, sapsarı, üşüten sonbahar.

İkibuçuk yıl isyanlar, nedenler, niçinler, neden benim çocuğum, neden ben, neden, neden, nedenlerle geçti. “Yoksa hamilelikte geçirdiğim hastalık mıydı sebebi?” “Yoksa içtiğim o ilaç mıydı?” Yoksa...? Yoksa? Yoksa mıydı?...

Her sabah kötü bir rüyadan uyanmak için dua edilen ve bitmek bilmeyen sonbahar... Dünya yıkılmış ve aile altında kalmıştı. Enkaz kalkmıyor, kaldırılamıyordu. İkibuçuk yıllık ilkbaharsız sonbahar. Kabul edilemez, isyan geceler ve günler, sonunda dirilişi getirdi.

- Olsun varsın bir çocuğumuz var, dedi anne.

- Canımın bir parçası, içimden yeşeren, içimi yeşerten bir canım var, dedi.

-“Özel, öteki,farklı” bir çocuğum var, dedi.

-“Ya ilkbaharları yaşayacağız birlikte, ya da hep sonbahar olacak ömrümüz” diye geçirdi içinden...

Sonra, Gence’ye baktı sevgiyle- iki bucuk yıldan beri kucağından indirmediği kimselere göstermediği-... Güler yüzü umutlarını yeşertti. Gence gülüyordu yaşama inat ve yaşama tutunarak. “Ben burdayım ve böyleyken mutluyum” diyordu gözlerinin içi.

- “Artık kalkma zamanımız “dedi anne, “kalkıp yaşama tutunma zamanımız”.

- “Gence ile “özel, öteki, farklı ” annesi olmayı yaşama zamanımız”dedi.

Öteki annesi olmanın, “özel” olmasını yaşama zamanıydı...

Bir psikolog olmalıydı bazen, bazen de politikacı, bazen bir eğitmen, bazen bir iletişimci, bazen bir inşaatcı , bazen bir yönetmen... Artık her şey olma zamanıydı. Çünkü “özel,öteki,farklı ” annesi olmak, sıradan insan olmaktan çok öte bir şeydi.

Kimi zaman kucağındaki çocuklarını Gence’den sakınan annelerle karşılaştı irkilerek... “ Korkmayın, bulaşmaz” diyebildi yanlızca, boğazında düğümlenen haykırışlarını gizleyerek. Kimi zaman “ne olduğunu bilmiyorum ama yaşamımı Gence’ye borçluyum” dedi. Kimi zaman “özel,öteki,farklı ” anneleri bir araya getirip, okullar kurdu. Kimi zaman kimse görmeden sabahlara kadar ağladı. Bazen de politikacılarla koşuşturdu; özel çocuklara bir şeyler yapabilmek için...

Ama aradan geçen 21 yılın sonunda;

– Bir çocuk doğuracaksın ne dersin ? dediklerinde ,

- Gence olursa hemen doğururum, diyecek kadar büyük olmaktı “özel, öteki, farklı ” annesi olmak ...

Çünkü “ özel, öteki, farklı ” çocuklar yaşamımızın her rengi, her kokusudurlar.

Çünkü “ özel, öteki, farklı ” çocuklar hep ilkbahardır; renkli, temiz, pırılpırıl ilkbaharlar...

İlkbaharlarda buluşmak, ilkbaharları koklamak dileğiyle.

M. Mebrur HATUNOĞLU

ZİÇEV Fotoğraf Eğitmeni

mebrur@gmail.com

(Bu yazı 18 Aralık 2009 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder